EKONOMİK GELİŞMELER, GB’NİN ZARARI
VE
AB İLE MÜZAKERELER
(21 Ekim 2005)
Prof. Dr. Emin ÇARIKCI
ÇANKAYA
ÜNİVERSİTESİ, İİBF, Uluslararası Ticaret
Bölümü Öğretim Üyesi
Kasım 2000 Likidite Krizi ve Şubat
2001 Finans Krizi sonrası IMF destekli bir Ekonomik İstikrar Programına ek
olarak, ekonomi yönetiminde politik
müdahaleleri asgari düzeye indirebilmek için BDDK ve Kamu İhaleleri
Üst Kurulu gibi 10 Üst Kurul kurulmuş, ilaveten, Bankalar Kanunu, Hazinenin İç Borçlanma Kanunu ve Merkez Bankası’nın bağımsızlığı yasası gibi kurumların özerkliğinin ve
Türkiye’de siyasi istikrarın
sağlanmasının müspet etkileri, ayrıca Ekonomik Programda mali disipline
uyulmasının piyasalara güven vermesi sonucu Türk ekonomisi 2002 başından beri
pozitif bir büyüme göstermektedir. Ekonomide “2004-2005’deki gelişmeler, Gümrük
Birliği’nin (GB’nin) Zararı ve AB ile Müzakereler” konuları detaylı bir şekilde
ele alınmadan önce, 2002-2004 yıllarındaki gerçekleşmeleri ve 2005 yılı
hedeflerini özetleyelim.
2002 yılı Ekonomik Gerçekleşmeleri: 2002 yılı
için hedeflenen %3’lük GSMH büyüme hızı %7,8 olarak gerçekleşmiş, yıl
boyunca dolar fiyatının 1,5 milyon TL dolayında seyretmesinin de müspet
etkisiyle, 2002 yılı için hedeflenen
GSMH 166 milyar dolar yerine yaklaşık 182 milyar dolar, Fert Başına Gelir (FBG)
de hedeflenen 2316 dolar yerine 2609
dolar olarak gerçekleşmiştir (Bakınız. Tablo-1). Yıllık enflasyon 2001’deki
%70’li seviyelerinden, 2002’de TÜFE’de %29,7, TEFE’de %30,8’e gerilemiştir.
2003 yılı Gerçekleşmeleri: GSMH Büyüme Hızı %5.9 artmış, ortalama dolar
fiyatının 2002 seviyesinde (1,5 milyon TL) kalması sonucu, GSMH hedefi 200
milyar $ iken, 239 milyar $’a çıkmıştır (2002’den 2003’e %32 artış). FBG 2609 $’dan 3384 $’a (2002’ye göre
%29.7 artış) gerçekleşmiştir. İthalat 69.3 ve ihracat ise 47.3 milyar dolar, Dış
Ticaret Açığı -22,1 ve Cari İşlemler Dengesi açığı da -8.0 milyar dolardır.
2003’de yıllık enflasyon hızları TÜFE’de %18,4’e, TEFE’de de %13,9’a inmiştir.
Bütçe Harcamaları 140 katrilyon TL,
Gelirleri 100,2 katrilyon TL olup, Bütçe Açığı da –39,8 katrilyon TL’ye (26,5 milyar $) ( Bütçe Açığının en büyük kalemini oluşturan Sosyal Güvenlik Kurumları = SGK
açıkları 15,9 katrilyon (ktr) TL =10,6 milyar $’a ) ulaşmış, Toplam Faiz
Harcamaları ise 58,6 ktr.TL’dir.
2004 yılı Gerçekleşmeleri: Yıllık enflasyon hızları, TÜFE’de %9.3’e, TEFE’de de %13.8’e gerilemiş;
ithalat 97,2 milyar $’a ve ihracat ise
62,8 milyar $’a, Dış Ticaret Açığı -34,4 milyar $’a ve Cari İşlemler Dengesi
(CİD) açığı da -15,6 milyar $’a fırlamıştır. Bütçe Harcamaları 140 katrilyon TL, Gelirleri 110 katrilyon TL olup, Bütçe Açığı da –30,3
katrilyon TL’ye (21,2 milyar $), (SGK açıkları 19,3 katrilyon (ktr) TL=13,5 milyar $’a) ulaşmıştır. Toplam Faiz Harcamaları ise 56,5
ktr.TL’dir. GSMH Büyüme Hızı %9.9’a, GSMH 299,5 milyar $’a, FBG 4172 $’a ve Satınalma
Gücü Paritesine (SGP = Türkiye’deki bir
demet mal ve hizmetin New York’daki $ cinsinden değeri) göre FBG de 7736 $’a
çıkmıştır.
2005 yılı Hedefleri: GSMH yaklaşık 310 milyar $, FBG
4300 $, SGP göre FBG 7900 $, GSMH büyüme hızı %5, yıllık Enflasyon hızları
da TÜFE ve TEFE’de de %8’şer, İthalat 104 milyar $ (%8,9 artış), İhracat ise 71
milyar $ (%14,5 artış) olup, Dış Ticaret Açığı -33 milyar $, CİD Açığı (Cari Açık) hedefi de
Mayıs’ta -10,6 milyar $’dan -15,3 milyar $’a revize edildi.
2005 yılı Devlet Bütçesi Hedefleri: Harcamalar 155,6 Katrilyon (Ktr) TL; Transferler
94,4 ktr TL (56,4 ktr. TL faiz ödemesi), Cari Harcamalar 50,1 ktr. TL (Personel
Giderleri 31,9 ktr. TL), Yatırım ise 10,1 ktr. TL’dir. Gelirler 126,5 ktr. TL (Vergiler 106,6 ktr. TL)’dir. Bütçe Açığı ise -29,1 ktr. TL’dir. 2004’ten 2005’e Bütçe Harcamaları içinde,
Transferler / Harcamalar %66’dan %64’e (Faiz Ödemeleri / Harcamalar %38,3’den
%33,7’ye), Yatırımlar / Harcamalar
%4,6’dan %6’ya, Vergi Gelirleri / Harcamalar
%69’dan %70,8’e, Faiz
Ödemeleri / Vergiler %58’den %47’ye, Harcamalar / GSMH’de %36,1’den %34,9’a
hedeflenmiştir. Bu durum 2005 Bütçesinin
de bir Transfer ve Cari Harcamalardan oluştuğunu (94,4+50,1=144,5 ktr. TL) ve
Bütçe esnekliğinin çok düşük düzeyde olduğunu açık bir şekilde ortaya
koymaktadır.
TABLO-1. TÜRKİYE'DE
BAŞLICA EKONOMİK GÖSTERGELER:2001-2005 (21 Ekim 2005)
|
2001 |
2002 |
2003 |
2004 |
2005 (K) |
GSMH (Milyar Dolar) |
144,0 |
181,7 |
239,2 |
299,5 |
310 (E) |
Fert
Başına Gelir (FBG), Dolar |
2105 |
2619 |
3383 |
4172 |
4300 (E) |
-
Satınalma Gücü (SGP) ile FBG, $ |
6073 |
6496 |
6890 |
7736 |
7900 (E) |
GSMH Büyüme Hızı (%) |
- 9,5 |
7,8 |
5,9 |
9,9 |
5,3 (Mart) |
- İmalat Sanayii Üretimi (% Değişme) |
- 9,9 |
10,7 |
9,0 |
10,4 |
3,6 Ağustos |
u Kapasite kullanım oranı (%) |
73,6 |
76,7 |
80,0 |
84,0 |
82,9 Eylül |
Tüketici Fiyatları
(TÜFE), % |
68,5 |
29,7 |
18,4 |
9,3 |
4,0 Eylül (*) |
Üretici Fiyatları
(ÜFE≡TEFE), % |
88,6 |
30,8 |
13,9 |
13,8 |
3,0 Eylül (*) |
Emisyon
Hacmi (Trilyon Lira) |
5282 |
7636 |
10 676 |
13 500 |
19 200 Ekim |
Bütçe açığı (Katrilyon Lira) |
-29,8 (24,8 Milyar$) |
-41,7
(1) (27,8
Milyar $) |
-39,8
(1) (26,5Milyar$) |
-30,3 (1) (21,3
Milyar$) |
-8,2 Eylül (6,1
Milyar$) |
Sos. Güv. Kur. Açığı (Katrilyon TL) |
-8,4
(7 Milyar$) |
-13,3
(1) (8,9
Milyar$) |
-15,9
(1) (10,6Milyar$) |
-19,3 (1) (13,5
Milyar$) |
-18,1 Eylül (13,3
Milyar$) |
İç Borç Stoku (Katrilyon Lira) |
122,2 (101 Milyar$) |
149,9
(1) (100 Milyar $) |
194,4
(1) (130 Milyar$) |
224,5 (1) (158
Milyar$) |
239,5 Ağustos (177
Milyar$) |
Bütçe Açığı / GSMH (%) |
-16,5 |
-14,7 |
-11,3 |
-7,1 |
-6,1 (P) |
Bütçe Harcamaları / GSMH (%) |
49,7 |
44,1 |
39,8 |
36,0 |
35,4 (P) |
İhracat (% Artış) |
12,8 |
15,1 |
31,0 |
33,5 |
17,4 Ağustos |
İthalat (% Artış) |
-24,0 |
+24,5 |
+34,5 |
+40,4 |
20,7 Ağustos(2) |
İthalat (Milyar Dolar) |
-41,4 |
-51,6 |
-69,3 |
-97,4 |
-74,8 Ağustos |
İhracat (Milyar Dolar) |
31,3 |
36,1 |
47,3 |
63,1 |
46,2 Ağustos |
DIŞ TİCARET AÇIĞI (Milyar $) |
- 10,1 |
-15,5 |
-22,1 |
-34,3 |
-28,6 Ağustos |
İhracat / İthalat, (%’si) |
75,7 |
69,9 |
68,1 |
64,8 |
61,8 Ağustos |
Bavul Ticareti (Milyar Dolar) |
3,0 |
4,1 |
4,0 |
4,0 |
2,3 Ağustos |
İhracatımızda AB'nin Payı, %
|
51,6 |
51,5 |
51,9 |
54,7 |
52,0 Ağustos |
İthalatımızda AB'nin Payı, % |
44,6 |
45,5 |
45,8 |
46,7 |
42,3 Ağustos |
Hizmet Gelirleri (Milyar $) |
21,9 |
20,0 |
21,0 |
25,1 |
18,5 Ağustos |
Hizmet Giderleri (Milyar $) |
-13,8 |
-13,2 |
-8,5 |
-11,2 |
-8,5 Ağustos |
CARİ İŞLEMLER
AÇIĞI (Milyar$) |
+3,4 |
-1,8 |
-8,0 |
-15,6 |
-15,9 Ağustos |
Direkt Yabancı Sermaye (Milyar$) |
3,3 |
0,6 |
0,7 |
2,6 |
2,9 Ağustos (3) |
Dış Borç Stoku (Milyar $) |
113,9 |
131,1 |
147,0 |
161,8 |
161,8 Haziran |
MB Döviz Rezervleri (Milyar $) |
18,7 |
26,7 |
33,6 |
36,0 |
44,2 Ekim |
(K): 2005 yılına ait Ay'ların
yanındaki rakamlar Ocak ayından itibaren kümülatiftir. (E): E.Çarıkcı (P): DPT 2005 yılı program hedefleri (*) Eylül 2005 itibarıyle yıllık
enflasyon TÜFE’de %8,0 ÜFE’de ise %4,4 ‘tür. (1) Ortalama $ kuru 2000’de 627 bin TL, 2001'de 1.2 milyon TL,
2002-2003 1.5 milyon TL, 2004’de 1,423 bin TL ve 2005’de ise, 1,350 bin TL’dir. (2) İthalatımızda ara malları ve hammaddelerin payı
%71, sermaye malları %17 ve tüketim malları da %11'dir. (3) Ocak-Ağustos 2005’de 2,9 milyar $’lık Doğrudan
Yabancı Sermaye (DYS) yatırımı girişinin 0,9 milyar $’ı gayrimenkul
satışındandır. Türkiye’den çıkan DYS ise, 0,7 milyar $’dır. |
Kaynak : DİE, DPT, MB, Hazine ve Dış Ticaret
Müsteşarlıkları web sayfaları, Ekim 2005.
Derleyen: Prof. Dr.
Emin ÇARIKCI, Çankaya Üniversitesi, İİBF, Öğretim Üyesi.
2004 ve 2005’DE EKONOMİK GELİŞMELER;
ü
Büyüme Hızı ve FBG: 2004
yılında GSMH büyüme hızı %9,9’dur (Sektörel artışlar; tarım %2,0, sanayi %9,4, ticaret %12,8,
ulaştırma ve haberleşme %6,8, serbest meslek ve hizmetler %8,0, ithalat vergisi
%26,2). 2005’in ilk çeyreğinde ise,
büyüme hızı %5,3’dür.Yıllık hedef %5 olmasına rağmen, 2004’de GSMH büyüme hızının %9,9 olarak gerçekleşmesi sonucu, 2003’den 2004’e GSMH miktarı 239 milyar $’dan 299,5 milyar $’a
(2004’de $’ın 1,423,000 TL.ye inmesinin de etkisi ile, dolar bazında %25
artış), Fert Başına Gelir (FBG) de 3383
$’dan 4172 $’a (%23’lük bir artış) çıkmıştır.
Satınalma Gücü Paritesine (SGP’ye) göre
FBG ise, 2004 sonunda 7736 $’a ulaşmıştır. Almanya’da FBG 25,5 bin $,
Türkiye’de de 4,2 bin $’dır. Fark 6,1 kattır. Oysa SGP’ye göre Türkiye’de FBG
7,7 bin $, Almanya’da 27,5 bin $ olduğu için, Türk ve Alman vatandaşları arasındaki gerçek ortalama hayat standardı
farkı, 6,1 kat değil, sadece 3,6 kattır (Kaynak: DİE, Haber Bülteni, Nisan 2005; Dünya Bankası, World Development Report 2005).
ü
Gelir Dağılımı: DİE’ye
göre 2002’den 2003’e nüfusun en zengin %20’lik dilimi ile, en fakir %20’lik
dilimi arasındaki gelir farkı 9,4 kattan 8,1 kata indi. Yine
2002’den 2003’e, Milli Gelirden en fakir
%20’lik nüfusun aldığı pay %5,3’den %6’ya, ikinci %20’nin %9,8’den %10,3’e,
üçüncü %20’nin %14’den %15’e, dördüncü %20’nin %20,8’den %20,9’a çıkmış iken,
bu oran en zengin %20’lik nüfus
diliminde %51,1’den %48,3’e geriledi. Belirtmek gerekir ki, en büyük gelir adaletsizliği ise
işsizliktir.
ü
Açlık Sınırı ve Yoksulluk Sınırı: DİE’nin 2003 yılı
(Yoksulluk Çalışması) hanehalkı
bütçe anketi sonuçlarına göre, Türkiye’de fertlerin
yaklaşık %1.3’ü sadece gıda harcamalarını
içeren açlık sınırının, %28.1’i ise, gıda ve gıda dışı harcamaları
içeren yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Bu araştırmaya
göre, eğitim durumu yükseldikçe yoksul olma riski de azalmaktadır. Aralık 2004 itibarıyla bir kişinin aylık geliri 80 milyon TL
veya altında ise açlık sınırında, 206 milyon TL ise, yoksulluk sınırda sayılmıştır. 4
kişilik ailede ise, bu rakamlar, sırasıyla, 180 ve 463 milyon TL/aydır.
ü
İşsizlik: 2001’den bu yana Türkiye’nin esas meselelerinden biri de
artan işsizliktir. DİE verilerine
göre, işsizlik oranları 2000’de %6.5, 2001’de %8.4, 2002’de
%10.6, 2003’de %10.5, 2004’de ise, %9.9’luk büyümeye rağmen, %10.3 olarak
gerçekleşmiştir. DİE’ye
göre, Haziran 2005’te işsizlik oranı %9,1 olup, bu
oran kentlerde %12,2, genç nüfusta (15-24 yaş grubu) %17,4 (kentlerde %22,5 + %3,2’lik Eksik
İstihdam=%25,7) gibi çok daha yüksek seviyededir. Demek ki, Eksik İstihdam
dahil, kentlerde her 4 gencimizden 1’i işsizdir!
2000-2003
döneminde sürekli olarak azalan istihdam, ilk defa 2004’de 644 bin
kişi artış göstermiş olup,
TİSK’e göre, bu artışın sadece 48 bini kayıtlı olup, 616 bin kişisi kayıt dışı istihdamdır.
Demek ki, işverenler düşen döviz
fiyatları karşısında iç ve dış rekabetini sürükleyebilmek için giderek daha
çok kayıt dışı istihdama zorlanmakta, kayıtlı
ve kayıtsız istihdamda özellikle reel
ücretlerde bir türlü artış sağlanamamaktadır. Nitekim 2000-2003
döneminde, reel olarak işçi ücretleri %25.3 geriledi. dış rekabet
gücümüzün korunmasında ve son iki yıldır ihracat artışındaki başarıda reel
ücretlerdeki düşüşün de büyük bir payı vardır.
ü
Enflasyon: 2003’den 2004’e yıllık
bazda enflasyon, TÜFE’de
%18,4’den %9,3’e, TEFE’de ise %13,9’dan sadece %13,8’e inmiştir. Çekirdek enflasyon (maliyet enflasyonu) diye bilinen özel sektör imalat sanayi yıllık fiyat
artışı ise, %10,6 ile TEFE’nin altında kalmıştır. DİE, 1994 temel yılı
yerine, 2003 baz yılı harcama kalıpları
ve üretim yapısına göre hazırlanan yeni indeks uygulamalarına geçmiştir.
Ocak-Eylül 2005 döneminde TÜFE’deki artış %4,0, ÜFE’deki artış %3,0 olup, Eylül
2005 itibarıyla yıllık enflasyon TÜFE’de %8,0’a, ÜFE’de ise %4,4’e
gerilemiştir.
ü
İmalat
Sanayinde Kapasite Kullanım Oranı Aralık 2003’de %79,4 iken, Aralık 2004’de
%84’e, Eylül 2004’de %84,3 iken, Eylül 2005’de ise %82,9’a (Özel Sektörde
%82,9’dan %81,2’ye) gerilemiştir.
ü
İmalat
Sanayi üretimi 2001 yılında %-9.9 gerilemiş iken, bu oran 2002’de %10,7,
2003’de %9 ve 2004’de ise %10,4’lük bir artış göstermiştir. Ocak-Ağustos 2004
döneminde %13,7 olan bu artış 2005’in aynı döneminde %3,6’ya gerilemiştir.
ü
Dış Ticaret ve CİD Açığı: 2003 yılında ihracat
%31, ithalat da %34,5 artmıştır.
2004 yılında ihracat artışı
%33,5, ithalat artışı ise %40,4 olup, ihracatın ithalatı karşılama oranı (ihracat / ithalat) %64,8’e gerilemiştir. Dış Ticaret (DT) açığı da -34,3 milyar
$’dır. 2004’de Türkiye’nin mal
ihracatı dışında elde ettiği döviz geliri 29,1 milyar $ olup, bunun 25,1 milyar $’ı hizmet gelirlerindendir
(hizmet giderleri de -11,2 milyar $’dır). Bu miktarın 4 milyar $’ı bavul
ticaretinden olup, başlıca hizmet gelirleri ise, milyar $ olarak,
turizm 15,9, taşımacılık 3,2, finansal, ticari, resmi ve diğer
hizmetler 4,4, inşaat hizmetleri 0,7 ve işçi dövizleri de 0,8 milyar $’dır. Ocak-Ağustos
2005 döneminde ise, ihracat artışı %17,4, ithalat artışı da %20,7
olup, DT Açığı -28,6 milyar $, ihracatın ithalatı karşılama oranı ise %61,8’dir.
Cari İşlemler Dengesi (CİD) açığı (Cari Açık = döviz
cinsinden mal ve
hizmet gelir ve giderlerinin
farkı olup, Türkiye’nin kendi mal ve hizmet gelirleri ile ulaştığı bir
dengedir) 2004’de -15,6 milyar $’a ulaşmıştır. 2004’de Cari Açık hedefinin
2’ye katlanmasının esas sebebi ise, TL’nin aşırı değerlenmesi sonucu
dayanıklı tüketim malları ithalatında patlamaya ilaveten, büyüme hızı hedefinin
%5 yerine %9,9 olarak gerçekleşmesi ve ithal girdisi yüksek olan ihracattaki
sıçramadır. Bu yüksek büyüme hızı, ithalat hedefinin 75 milyar $’dan
97,4 milyar $’a (fark 22,4 milyar $), ihracat hedefinin de 51,5 milyar $’dan
63,1 milyar $’a (fark 11,6 milyar $) çıkmasına yol açmıştır.
Ocak-Ağustos 2005 döneminde
ithalatımızın %88’i yatırım ve üretimle ilgili ara malları ve hammaddeler
ile yatırım mallarından oluşmakta olduğu için, büyümedeki artış
ithalat ve DT açığı artışına ve dolayısıyla Cari Açığın da sıçramasına sebep
olmaktadır. 2005 yılı Cari Açık hedefi 11 milyar $’dan, Mayıs ayında 15,3
milyar $’a revize edildi ise de, bu açık sadece Ocak-Ağustos 2005 döneminde, TL’nin
en az %20 dolayında aşırı değerlenmesinin de etkisi ile, -15,9 milyar $’a
ulaşmıştır. Bu dönemde, kaynağı belli olmayan Net Hata-Noksan kalemi 5,0
milyar $’dır.
Döviz
sepeti (1$+1,5 €) bazında, TL’nin %20 dolayında aşırı değerlenmişliği
de, 2003’den 2004’e başta otomobil olmak üzere, tüketim
malları ithalatını %84,8 (7,5 milyar $’dan 13,9 milyar $’a) artırarak,
ithalatın ve dolayısıyla dış ticaret ve cari açıkların büyümesine önemli
etkiler yapmıştır. Tüketim malları içinde kara taşıtları ve parçaları 5,4
milyar $’dan 10,2 milyar $’a fırlayarak %90’lık bir artış göstermiştir.
Türkiye’nin ihraç ettiği kara taşıtları ve parçaları ise, %57 artarak 5,3
milyar $’dan 8,3 milyar $’a çıkmıştır.
Cari Açığın Finansmanı:
Bu açığın bir kısmı net DYS yatırımları gelirlerinden, önemli bir kısmı
TL’nin aşırı değerlenmesine yol açan, kısa vadeli yabancı sermaye (sıcak para)
girişleri ile, geri kalan kısmı da Ödemeler Dengesinin Net Hata ve
Noksan kaleminden finanse edilmektedir. Cari açık kapatılamamışsa
bunun bir kısmı MB’deki döviz rezervlerinden, geriye kalanı da kısa veya
orta vadeli dış borçlanma ile finanse edilmek zorundadır.
Nitekim, 2004’de yabancıların Türkiye’deki portföy yatırımları (sıcak para) 8,1
milyar $ ve Net-Hata ve Noksan Kalemi de 3,1 milyar $’dır. Eylül 2005
itibarıyla, Türkiye’deki toplam sıcak para miktarı 45 milyar $
civarında seyretmektedir (%48’i hisse senedi, %43’ü devlet tahvili ve hazine
bonosu, %9’u da mevduattır).
2004’de CİD açığı/GSMH
oranı %5,1’e çıkmış (bu oran 2001 krizinin temel sebebi) olmasına
rağmen, bankacılık kesimi BDDK tarafından sıkı bir şekilde denetlendiği
için, bankaların açık pozisyonlarının düşük düzeyde seyretmesi, ilaveten
2002’den 2004’e MB döviz rezervlerinin 26,7 milyar $’dan 36 milyar $’a, Ekim
2005’de de 44 milyar $’a çıkması, Bankalardaki döviz rezervlerinin 25 milyar $
seviyesinde (toplam döviz rezervleri 69 milyar $) ve döviz mevduat
hesaplarının da 70 milyar $ civarında seyretmesinden dolayı, 2006 yılı ilk yarısında bile bir
döviz krizi beklenmemektedir.
ü Doğrudan Yabancı Sermaye (DYS) Yatırımları: 2003
yılında 0,7 milyar
$ giriş ve -0,5 milyar $ çıkış olduğu için net
DYS girişi sadece 0,2 milyar $’dır. Dünyada 2002’de DYS yatırımı stoku
7.1 trilyon $’dır. Türkiye’nin payı ise sadece %0.3 (binde 3) ile 18.6 milyar
$’dır.
Yabancıların
Gayrimenkul Alımları: 12
Temmuz 2003’de Tapu Yasası’nda yapılan değişiklikten bu yana yabancıların Türkiye’de gayrimenkul (taşınmaz=
ev, arsa ve arazi) satın almaları artmıştır. Bu satışlardan elde edilen dövizler
Merkez Bankası (MB) tarafından ödemeler dengesinin Net-Hata ve Noksan Kaleminde gösterilirken, Temmuz 2004’den itibaren DYS
kalemleri içerisinde yer almaya başlamıştır.
2004 yılında ise DYS kalemi 2,6 milyar $’a
fırlamış olmasına rağmen, bu miktarın 1,2 milyar $’ı DYS yatırımı girişinden
1,4 milyar $’ı da yabancıların
gayrimenkul alımından (19 Temmuz 2003’den bu yana 8 bin dolayında
gayrimenkul satın alınmış) kaynaklanmıştır.
2004’de Türkiye’den çıkan DYS yatırımı
tutarı da 0,9 milyar $ olduğuna göre, geçen yıl Türkiye’ye giren net DYS girişi (gayrimenkul satışı gelirleri hariç),
sadece 0,3 milyar $ (1,2–0,9) seviyesindedir. Ocak-Ağustos 2005’de 2,9 milyar $’lık DYS yatırımı girişinin 0,9
milyar $’ı gayrimenkul satışındandır. Türkiye’den
çıkan DYS ise, 0,7 milyar $ olup, gayrimenkul satışından elde edilen
gelirler hariç, net DYS girişi,
özelleştirme gelirlerinin artmasıyla, 2,0 milyar $’a ulaşmıştır.
ü 2004 Yılı itibariyle Türkiye’nin
dünya ekonomisindeki yeri ise; toplam üretimde (GSMH’de) 18.ci, nüfus
itibariyle 15.ncidir. Dünya dış ticaretinde Türkiye’nin payı ihracatta %0.9
(binde dokuz), ithalatta ise %1.3’tür.
ü
2004 Devlet Bütçesi Gerçekleşmeleri: 2004’de Bütçe Harcamaları 140,1 katrilyon (ktr) TL, Gelirleri 109,9 ktr TL
olup, Bütçe Açığı da –30,3 ktr TL’ye= 21,2 milyar $ (Sosyal
Güvenlik Kurumları=SGK açıkları -19,3 ktr
TL=13,5 milyar $’a) ulaşmış, Toplam
Faiz Harcamaları ise 56,5 ktr.TL (39,5 milyar $) olup, bu durumda;
- Toplam
gelirlerin (109,9 ktr) %51,4’ü
ve vergi gelirlerinin (90,1
ktr) %62,7’si faiz ödemelerine (56,5 ktr. TL) harcanmıştır (2003’de bu oranlar sırası ile %58,6 ve %69,5 idi).
- Toplam harcamaların da halâ %40,3’ü faiz
ödemelerine gitmektedir.
- Toplam
faiz ödemelerinin (56,5 ktr) %89’u
(50,3 ktr) İç Borç (157 milyar $) faiz ödemelerine, sadece %11’i de (5,1 ktr) Dış
Borç (153,2 milyar $) faiz
ödemelerine gitmiştir.
Ocak-Eylül 2005 Bütçe Gerçekleşmeleri: Katrilyon TL olarak, harcamalar 103,7, gelirler 95,5 (vergi gelirleri 77,8), bütçe açığı -8,2’dir. Harcamalar içinde faiz ödemeleri 35,2 (iç borç faizi 30,3, dış borç faizi 4,8), SGK açıkları toplamı da -18,1 katrilyon
TL’dir (emekli sandığı 7,1, SSK 5,7, Bağkur 4,9 ve işsizlik sigortası fonu
0,4). Beş yıldır kemer sıkmamıza rağmen, Ocak-Ağustos
2005 döneminde vergi gelirlerinin halâ %45,2’si (2004’de %62,7’si) faiz ödemelerine gitmektedir.
Yukarıdaki oranlar,
bütçe performansında nispi bir başarıya rağmen, ekonomik ve mali dengelerin halâ bıçak sırtında olduğunu göstermektedir. Onun için,
önümüzdeki yıllarda da kamuda mali
disipline ve sıkı para politikasına devam edilmesi gerekmektedir. Bütçede ve iç borçları çevirmede nispi bir iyileşmeye
rağmen, Türkiye’nin esas meselesi Dış Borç Stokundan çok,
İç Borç Stokudur. Nitekim; 2002’den Ağustos
2005’e İç Borç Stoku 100 milyar $’dan (150 ktr TL) 177 milyar $’a (239,5 ktr TL) çıktığı halde, 2002’den Haziran
2005’e Dış Borç Stoku 131 milyar $’dan
sadece 161,8 milyar $’a çıkmıştır. Belirtmek gerekir ki, son dört yıldır,
Bütçe’de faiz dışı fazla hedefine ulaşılması için, mali disipline uyulmamış
olsaydı, özellikle iç borç stoku
daha hızlı artacaktı. Türkiye’de, Devlet Bütçesinin en büyük kara
deliği ise, 2004’de Bütçe Açığının %63,7’sini oluşturan SGK
açıkları idi. (Bütçeden SGK’lara
transfer edilen 19,3 katrilyon TL).
Kamu Kesiminde (Devlet, KİT’ler,
Belediyeler ve BİT’lerde) aşırı israfı
azaltacak, tasarruf ve verimliliği artıracak yapısal tedbirler ile, özelleştirme ve kayıt dışı ekonomi ile
mücadele konularında daha hızlı adımlar atılması gerekmektedir. Bu konularda
daha hızlı hamleler yapılmadığı sürece enflasyonla mücadelede ve büyümede elde
edilen başarılar kalıcı olamaz. Bütçe Açığı / GSMH oranı %11 seviyesinden %4’ün
altına indirilene kadar talepteki bir canlanma ve döviz fiyatları artışları
(ithalatın %86’sı üretim ve yatırım mallarından oluştuğu için iç fiyatlara
yansıtılacak) normal seviyelerine ulaştığında enflasyon hızındaki düşüşün devam etmesi
çok zor görülmektedir.
2004’ün (+)’ları: Yıllık enflasyon, 34 yıl sonra (1970’den bu yana) tek haneli rakama inmiş, yıllık bileşik faizin %20’ye inmesi, ihracat
ve büyüme hızında rekor artış, Bütçe performansında iyileşme, ilk 9 ayda özel
sektör yatırımlarında %55’lik bir artış, Kıbrıs ve Irak politikalarında
başlangıçta yanlış görünen kararların Türkiye’nin
lehine dönüşmesi ve nihayet AB’den
müzakere tarihi alınmasıdır.
2004’ün (-)’ları: Özelleştirmede, kayıt dışı ekonomi ile mücadelede,
SGK reform çalışmalarında yetersizlik, TL’nin daha da değerlenmesi
sonucu rekor düzeyde dış ticaret ve cari
denge açıkları ile tüketim malları ithalatında patlama, iç borç stoku ve işsizlik ile mücadelede başarısızlıktır. Hükümetten bu kronik
sorunların üzerine daha cesaretle gitmesini bekliyoruz.
Türkiye’de 5 yıldır uygulanan ve önümüzdeki 3 yılda
da devam edecek olan IMF destekli
istikrar programlarının uygulanacak olmasının da etkisiyle, para ve maliye
politikaları yerine oturmuştur. 5 yıllık istikrar programı ile, ekonomide
kötüye gidiş önlenmiş ve ekonomik canlanma bir ölçüde sağlanmıştır. Ancak 5
yıllık sıkı para ve maliye politikaları
uygulanmasına rağmen, devlet bütçesinde yatırımlara yeterince kaynak
aktarılamamakta, özellikle iç borç faiz yükü ve cari harcamalar bir türlü
azaltılamamakta, kamuda israf
önlenememekte ve iç borç stoku
artış hızı düşmesine rağmen, bu borcun azalış
eğilimine girmesi bir türlü gerçekleştirilememektedir. Bu sorunların hızla çözülebilmesi için tek çıkar yol, özelleştirme ve mikro iktisat politikalarının cesaretle
uygulanmasıdır.
Mikro
iktisat politikaları kapsamında; kamu kesimindeki (KİT’ler, Belediyeler
ve BİT’ler dahil) her kurum ve
kuruluştaki aşırı istihdamın ve israfın asgari düzeye indirilmesi ile, kamu kesimindeki verimlilik, kârlılık ve etkinliğin artırılmasına öncelik
verilmelidir. Ancak, bu tür köklü operasyonların
yapılabilmesinin, politik riskten dolayı, çok zor olduğu bilinen bir gerçektir.
Yatırımlar ve Beklentiler: Türkiye enflasyonla mücadelede önemli bir mesafe almış ve büyüme hızı da 2002’den bu yana %5’in
üzerinde bir artış göstermiştir. Bu
olumlu gelişmelerin yatırım ve istihdam artışına katkısı, 3 yıl aradan
sonra, nihayet başlamıştır. Nitekim;
- 2003’den
2004’e toplam ithalatta yatırım
mallarının payının %16,3’den %18’e (%53’lük bir artışla 11,3 milyar
$’dan 17,4 milyar $’a) çıkması ve
- 2004
yılında özel sektör yatırımları %46’lık bir artışla 60.7 katrilyon TL.ye (42.7
milyar $’a) ulaştığı için, geçen yıl 644 bin kişilik bir istihdam artışı
sağlanmıştır.
Belirtmek gerekir ki, son
10 yıldır Türkiye’de ticaret kesimi büyük bir yapısal değişim
geçirmektedir. Giderek artmakta olan
yerli ve yabancı süpermarket ve
hipermarketler gıdadan-giyime ve hatta beyaz eşyaya kadar ucuz ve kaliteli
mallar satabildikleri için, başta bakkallar ve gıda toptancıları olmak üzere küçük esnafa büyük bir darbe vurmaya devam
etmektedir. Tabii bu durumun
eksilerini ve artılarını da düşünmek gerekmektedir.
2002-2004 döneminde ortalama
büyüme hızı %7.9’luk bir artış göstermiş ise de, Türkiye’nin esas
meselesi istikrarlı bir büyümedir. Nitekim 1993-2004 döneminde, 3
ekonomik kriz geçiren Türkiye’de, ortalama büyüme hızı ise sadece %3’dür.
iktisadi büyümenin sürdürülebilmesi için piyasanın tekrar
canlandırılmasına ihtiyaç vardır. İlaveten, istihdam artışının devamı ve işsizliğin azaltılabilmesi
için tek çıkar yol ise, inşaat sektörünün
canlandırılmasından geçmektedir. Çünkü bu sektör, en az 150 dolayında
alt sektörü harekete geçirerek, özellikle yarı vasıflı ve vasıfsız
işçilerin istihdam artışına en büyük katkıyı sağlamaktadır.
AB’den müzakere tarihi alınmasının olumlu
etkileri ile, özel sektör yatırımlarında devam edecek olan artışa ilaveten,
Türkiye’ye tam üyelik tarihi verilmediği için DYS yatırımlarında bir sıçrama
olmayacak olsa bile, azda olsa artması beklenen DYS yatırımları ile, son
yıllarda artış eğilimine giren işsizliğin
düşüş eğilimine girmesi beklenmektedir. Ancak, bu müspet gelişmelere ulaşılmasında en büyük engel, döviz
sepeti (1$+1.5€) bazında bile TL’nin
%20 dolayında aşırı değerlenmiş olmasıdır. Çünkü, bunun maliyeti, tarım ve sanayi sektörlerindeki yerli üreticilerimiz ve ihracatçılarımız
aleyhine, yabancılar lehine iç ve dış piyasalarda %20 dolayında haksız rekabet
avantajı sağlanması ile, üreticilerin yerli girdiler yerine yabancı girdiler kullanmasına,
tüketicilerin de yerli mallar yerine
yabancı mallar (yabancı tereyağı, yabancı TV) satın almalarına yol açmasıdır.
Ekonomi ilmi alternatif
maliyet üstüne kurulmuştur. Ucuz döviz
politikasının avantajları ise, sıcak
para girişleri (2003’den 2004’e portföy yatırımları 2,6 milyar $’dan 8,1 milyar $’a çıkması) ile, belli bir süre, döviz dar boğazını
aşarak, Cari Açığın büyük bir bölümünü
kolayca finanse etmek, ayrıca hiçbir yapısal
reform yapılmadan, istikrar programının da desteği ile enflasyonu baskı altında tutmaktır. Ancak, bu durum daha ne kadar
sürecek? “Ekonomi biliminin kanunları
vardır ve er geç hükmünü icra eder”. Bizden hatırlatması...
Çin Tehdidi: 10 yıl
önce, Dünya Ticaret Örgütü’nde (DTÖ) alınan kararlar sonucu, 2005 yılı başından itibaren dünya
ticaretinde tekstil ve konfeksiyonda kotalar kalktı. 2005 yılı başından
itibaren, Çin ürünlerine de AB pazarında
kota uygulanmayacaktır. Üstelik Çin
parası Yuan $’a bağlı olduğu için eksik değerlenmiştir. TL ise aşırı değerlidir.
Bu durumda, hem iç piyasada ve
hem de dış piyasalarda Çin tekstil ve
konfeksiyon ürünleri ile nasıl rekabet edeceğiz? DTÖ tahminine göre kotaların kalkmasıyla AB pazarında
Türkiye’nin payı tekstilde %13’den %12’ye, hazır giyimde %9’dan %6’ya
inecek, Çin’in payı ise, tekstilde
%10’dan %12’ye, konfeksiyonda da
%18’den %29’a çıkacaktır.
23 Mart 2004
günü DTM müsteşarı 42 çeşit tekstil
ürününde kota uygulamak için Çinli yetkilileri masaya davet etti.
Toplantılar Ocak 2005 sonunda başlayacaktır. DTÖ normlarına göre, herhangi bir sektörde piyasayı bozucu
faktörler (kriz tehlikesi) başgösterirse, geçici bir süre, kademeli olarak
azaltılmak şartıyla, 8 aydan 3 yıla
kadar kota uygulamasına gidilebilir. Tabii
bu geçici bir tedbirdir. Oysa, bu
sektör bizim için çok önemlidir. Çünkü, bavul ticareti dahil bu ürünler 2004 ihracatımızın %36’sı (22 milyar $)
ve istihdamın bel kemiğidir. Fakat, Türkiye’de toplam maliyet içinde enerji
maliyetlerinin oranı tekstilde %15, boyahanelerde ise %20, finansman maliyetleri de yüksek olduğu
halde, Çin’de bu maliyetler çok
düşük düzeydedir. Çin’le rekabet
edebilmek için, kısa dönemde,
Türkiye’de %41 dolayında olan istihdamdaki mali yükün (sigorta primleri ve
vergi kesintilerinin) yarıya
indirilmesi, orta vadede, enerji
maliyetlerinin düşürülmesi için de biran önce nükleer santrallerin inşasına hız verilmelidir. Fransa’da bile
toplam elektrik üretiminin %74’ü nükleer
santrallerden elde edilmektedir.
GB’NİN ZARARI VE AB İLE MÜZAKERELER
Bu bölümün amacı, önce Gümrük Birliği (GB)
konusundaki tartışmaları istatistiki veriye dayanarak değerlendirmek, ikinci
aşamada da 1996’dan 2004’e sanayi malları ihracat miktarını ve adedini; son kısımda da AB ile müzakereler ve
beklentileri incelemektir.
GB’nin
Zararı 100 milyar Dolar mı?
Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile
Türkiye arasında 12 Eylül 1963’te imzalanan Ankara Anlaşması 1 Aralık 1964’te yürürlüğe
girdiğinde Türkiye AET’ye ortak üye
oldu. Nihai hedef tam üyelik olmakla
birlikte, önce kademeli olarak Gümrük Birliği (GB) kurulacaktı.
23 Kasım 1970’de imzalanan ve
1 Ocak 1973’te yürürlüğe girmiş olan Katma Protokol ile, 1972 başından
itibaren Türk Sanayi Ürünleri (1968’den itibaren adı AET’den Avrupa
Topluluğu’na (AT’a) dönüşen) AT’a gümrüksüz girmeye başladı.
Alınan bu tavizin karşılığında Türkiye’de 1973’ten itibaren AT ülkelerinin
sanayi ürünlerinden aldığı Gümrük Vergilerini (GV) 22 yılda sıfırlamayı taahhüt
etmişti.
1963 Ankara Anlaşması ve Katma
Protokol iki tarafın parlamentolarında da onaylandığı için Türkiye’nin Avrupa
Birliği (AB) ile GB’ye girmesi bir devlet taahhüdü idi. Maalesef biz 40 yılı aşkın bir süredir GB’yi
iç politika malzemesi yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz.
Son yıllarda AB ile ilişkiler
tartışılırken GB’nin zararı da sık sık
gündeme getirildi. Fakat hiç kimse AB’nin 33 yıllık GB kaybından ve Türk Sanayi
Ürünleri’nin AB’ye GB’den önce 23 yıl GV’siz girmesinin Türkiye’nin
sanayileşmesine ne kadar müspet etki ettiğinden hiç bahsetmedi. GB’nin
zararı, 4-5 yıl önce 45-50 milyar $’dan başlanarak ve her yıl 10’ar
milyar $ zam yapılarak, geçen aylarda 80 milyar $’a kadar çıkarıldı.
Hesaplama ise şöyle yapıldı: GB’den
bu yana Türkiye AB ile dış ticaretinde (X milyar $) Dış Ticaret (DT) açığı
vermiş, ilaveten 15-20 milyar $’da GV kaybı=GB’nin zararı!
Bu yanlış hesaplama ile devam
edersek, 1996-2004 döneminde AB ile toplam DT açığımız 80 milyar dolara, 20 milyar $’lık GV kayıplarını da
eklersek GB’nin zararı 100 milyar $’a çıkmış mı oldu?! Hayır. Bu
hesaplama bilimsel olarak tamamen yanlış bir değerlendirmedir. Maalesef bu
mesnetsiz (dayanaksız) hesaplama herkes ve her kesim tarafından doğru kabul
edilerek kamuoyunun yanıltılmasına devam edilmektedir.
Oysa, 1996-2004 döneminde
toplam ithalatımız 493 milyar $, ihracatımız 308 milyar $ olup, toplam DT
açığımız 185 milyar $’dır. Bu açığın yaklaşık, sadece
80 milyar $’ı (%43.2’si) AB ülkeleriyle, geriye kalan 105 milyar
$’ı (%56.8’i) AB dışı ülkelerledir (Bkz Tablo-2). Burada şu soruyu
sormalıyız: AB ile DT açığına ve
artışına GB yol açmış ise, AB dışı ülkelerle olan DT açığının sebepleri
nelerdir ve bu açığı nasıl izah edeceğiz? Cevabını maalesef kimse veremiyor.
Son 9 yıllık GB döneminde ithalatın
yaklaşık %89’u hammadde, ara malı ve yatırım mallarından oluşmuştur. Türkiye’de
ithalat artışı ve DT açığının artması tamamiyle GSMH büyüme hızı
artışına ve dolayısıyla ithal girdisi yüksek olan ihracat artışına
bağlıdır. Nitekim, Tablo-2’de görüldüğü gibi, 2001 yılında Büyüme hızı
%-9.5 gerilemiş, 2000’den 2001’e;
-
İthalat 54.5 milyardan 41.4 milyar $’a inmiş,
-
DT açığı 26.7’den 10.1 milyar $’a gerilemiş,
-
AB ile DT açığı da 12.3’ten 2.2 milyar $’a inmiş,
-
Mal
ve hizmet gelir giderlerimizin farkı olan Cari İşlemler Dengesi (CİD) açığı
da –9.8 milyar $’dan +3.4 milyar $’lık (13.2 milyar $ fark) bir artıya
dönüşmüştür (Bkz Tablo-2).
TABLO-2. TÜRKİYE’NİN
TOPLAM VE AB İLE DIŞ TİCARETİ (Milyar $)
|
1993 |
1995 |
1996 |
2000 |
2001 |
2002 |
2003 |
2004 |
GSMH (Milyar $) |
182.0 |
171.2 |
183.8 |
201.9 |
144.0 |
181.7 |
239.0 |
299.5 |
GSMH (%) |
6.8 |
8.0 |
7.1 |
6.1 |
-9.5 |
7.8 |
5.9 |
9.9 |
İthalat |
29.4 |
35.7 |
43.6 |
54.5 |
41.4 |
51.6 |
69.3 |
97.4 |
İhracat |
15.4 |
21.6 |
23.2 |
27.8 |
31.3 |
36.1 |
47.3 |
63.1 |
DT (1) Açığı |
-14.0 |
-14.1 |
-20.4 |
-26.7 |
-10.1 |
-15.5 |
-22.0 |
-34.3 |
CİD (2) Açığı |
-6.4 |
-2.3 |
-2.4 |
-9.8 |
+3.4 |
-1.5 |
-6.9 |
-15.6 |
1996-2004 Toplam Dış Ticaret (DT)
Açığı 185 Milyar $ |
||||||||
AVRUPA BİRLİĞİ (AB) İLE DIŞ TİCARETİMİZ
|
||||||||
İthalat (M) |
13.9 |
16.9 |
23.1 |
26.6 |
18.3 |
23.3 |
31.7 |
45.4(*) |
İhracat (X) |
7.6 |
11.0 |
11.5 |
14.3 |
16.1 |
18.5 |
24.5 |
34.3(*) |
DT Açığı |
-6.3 |
-5.9 |
-11.6 |
-12.3 |
-2.2 |
-4.8 |
-7.2 |
-11.1(*) |
1996-2004 AB ile Toplam DT Açığı
80 Milyar $, AB Dışı Ülkelerle 105 Milyar $ |
||||||||
M’de AB Payı (%) |
47 |
47 |
53 |
49 |
44 |
45 |
46 |
46.7(*) |
X’da AB Payı (%) |
49 |
51 |
50 |
52 |
51 |
51 |
52 |
54.7(*) |
(1) DT = Dış Ticaret; (2) CİD =
Cari İşlemler Dengesi; (*) 25 üyeli Avrupa Birliği |
Kaynak: DPT, Türkiye’nin üyeliğinin AB’ye
Muhtemel Etkileri, Kasım 2004, s.26; DİE,
Haber Bülteni, Şubat 2005.
İlaveten, GB öncesi 1995’den 2004’e;
-
GSMH 171 milyar $’dan 299.5 milyar
$’a,
-
İthalat 35.7 milyardan 97.4 milyar
$’a (2.7 kat),
-
İhracat ise 21.6 milyardan 63.1
milyar $’a (2.9
kat),
-
AB’den ithalat 16.9 milyardan 45.4 milyar $’a (2.7 kat artış),
-
AB’ye ihracat ise, 11 milyardan
34.3 milyar $’a (3.1 kat artış) yükselmiş,
-
Türkiye’nin ithalatında AB’nin payı %47’den %43.5’e gerilemiş (25 üyeli
AB’nin payı %46.7),
-
İhracatımızda AB’nin payı ise, %51’den %51.7’ye (25 üyeli
AB’nin payı %54.7’ye) çıkmıştır.
Bazı eleştirmenler ise, “GB
öncesi ve sonrası 9 yılda DT açığı yaklaşık ikiye katlanmıştır”
iddiasında bulunmaktadır. Doğrudur. Fakat, bunun asıl sebebi, 1993’ten
2004’e, ithal girdisi oranı yüksek olan ihracatın 4.5’e katlanması (AB’ye
ihracatın 7.6 milyar $’dan 34.4 milyar $’a çıkmış) ve GSMH’nin de % 65’lik bir
artış göstermesidir.
Bölgelere Göre DT Açığı:
2004 yılında; ihracat ve ithalatımızda, sırasıyla 25 üyeli AB’nin payı %54,7 ve %46,7’dir.
34,3 milyar $’lık toplam Dış Ticaret Açığının (DTA=İthalat-İhracat) sadece
%32,3’ü (45,4-34,3=11,1 milyar $’ı) AB ülkeleriyle, %25’i (15,3-6,7=8,6 milyar
$’ı) KEİ Ülkeleriyle, %37,2’si (15,9-3,1=12,8 milyar $’ı) başta Uzak Doğu
ülkeleri olmak üzere, Orta Doğu dışındaki, “Diğer Asya Ülkeleri” iledir. Demek ki,
Dış Ticaret Açığının tek sebebi AB ile yapılmış olan Gümrük Birliği (GB)
değildir. 2004’de Türkiye’nin toplam
dış ticaretinde, ihracatın ithalatı karşılama oranı (ihracat / ithalat) %64,6 iken, bu oran AB ile dış
ticaretimizde %75, KEİ ülkeleri ile %43, Uzakdoğu
ülkeleri ile %19’dur. Üstelik, Uzakdoğu
ülkelerinden ithal edilen
malların %90’ı dayanıklı tüketim
mallarından oluşurken, AB’den
yapılan ithalatın ise %90’ı yatırım ve üretim mallarından oluşmaktadır.
Ülkelere
Göre DT Açığı ve Fazlası: 2004 yılında Türkiye’nin en çok DT açığı verdiği ülkeler, milyar $ olarak
(parantez içinde sırasıyla ithalat - ihracat); Rusya -7,1 (9,0 – 1,9), Almanya -3,8 (12,5 – 8,7), Çin -4,1 (4,5 – 0,4), İsviçre -3,0 (3,4 – 0,4), Fransa -2,5 (6,2 – 3,7), Japonya -2,5 (2,7 – 0,2), Güney Kore -2,5 (2,6 – 0,1), İtalya -2,3 (6,9 – 4,6), Ukrayna -1,9 (2,5 – 0,6), İran -1,2 (2,0 – 0,8), Tayvan -1,1 (1,2 – 0,1) milyar $ ve İspanya -0,6 (3,3 – 2,6) milyar $’dır.
Türkiye’nin DT fazlası
verdiği ülkeler ise, milyar $ olarak (parantez içinde sırasıyla ihracat -
ithalat); İngiltere 1,2 (5,5 – 4,3), ABD 0,1 (4,8 – 4,7), Hollanda 0,2 (2,1 – 1,9), Irak 1,3 (1,8 – 0,5), İsrail 0,8 (1,3 – 0,7) ve BAE
1,0 (1,1 – 0,1) milyar $’dır.
Türkiye’nin esas meselesi, sadece Rusya ile 7,1 milyar $’lık; Çin,
Japonya, Güney Kore ve Tayvan ile de 10,2 milyar $’lık Dış Ticaret Açığı
vermesidir. Rusya ile cari açığın bir kısmı turizm gelirleri, bavul ticareti ve
müteahhitlik hizmetleri gelirleri ile bir ölçüde azaltılmaktadır.
GB sonucu “15-20 milyar $’lık Gümrük Vergisi kaybının zarar hanesine
yazılması” ise çok abartılı ve abesle iştigaldir. Çünkü, 1995’te AB
ülkelerine karşı koruma oranı sadece %5.47 olup, bu oran 1996’da %1.34’e
inmiştir (DPT,
Kasım 2004, sayfa 23). Ayrıca son 9 yıllık dönemde ithalatın yaklaşık %90’ı
yatırım ve üretim ile ilgili olduğuna göre, eğer Türk iş alemi kendi devletine bu kadar vergi vermemiş ise, bunun olumlu
etkilerinden de söz etmek gerekir. Verilmeyen gümrük vergisi sayesinde Türk
işvereninin maliyetleri düşmüş ve neticede dış rekabet gücü artmış, iç
piyasada ise daha düşük fiyatlarla mal alma imkanına kavuşan tüketicilerimizin
refah düzeyi artmıştır.
Diğer iddia da “GB ile AB’nin
OGT’sine girildiği için DT açığı artmıştır”. Bilinmesi gereken gerçekler
ise; a) GB öncesi 1993’te bile, yıllık ihracatımız sadece 15.4
milyar $ iken, Türkiye’nin DT açığı 14 milyar $ değil miydi? b) Türkiye’nin
Ödemeler Dengesi yapısı sürekli olarak DT açığı vermek zorundadır. Çünkü Türkiye ihracat gelirlerine
ilaveten son yıllarda (8-9 yıldır)
bavul ticareti ve başta turizm gelirleri olmak üzere hizmet gelirlerinden her
yıl 25-30 milyar dolarlık (hizmet giderleri de 8-13 milyar $) bir döviz
geliri elde etmektedir. Önemli olan, bu dövizleri de yatırım, üretim ve ihracat
artışına dönüştürebilmektir. Bunun yolu da ithalat artışı ve DT açıklarından
geçmektedir.
40 yıllık bir mazisi olan “Onlar
ortak biz pazar” sloganına gelince: 1995’den 2004’e AB’nin ihracatında Türkiye’nin
ithalatının payı %0.9’dan sadece %1.5’e çıkmıştır. AB ülkelerinin dış ticaretlerinin
yaklaşık %60’ını kendi aralarında yaptığı hesaba katılırsa, bu ülkelerin AB
dışı ihracatı içinde Türkiye’nin ithalatının payı da %3 dolayında
seyretmektedir. Demek ki, sadece dış ticaret açısından bakıldığında, AB
için Türkiye’nin önemi, bizim için (dış ticaret açısından) İran ve Irak’ın
önemi kadardır. Çünkü bizim ihracatımızda da
yukarıdaki ülkelerin payı sırasıyla %1.2 ve %3’dür. Türkiye-AB
İlişkileri, her iki taraf açısından da sadece ticari bir olay olmayıp, aynı
zamanda siyasi, hukuki, askeri, ekonomik, mali, teknolojik ve hatta kültürel
boyutları olan bir süreçtir. Türkiye için ise topyekün bir modernleşme
projesidir.
GB’nin Zararı: GB’ye girdiğimiz 1996
yılından bu yana medyamızda GB’den dolayı iflas ettiğini iddia eden hiçbir
firma sahibine rastlanmamıştır. Yıllardır firmalar açılıp-kapanmaktadır.
GB’den bu yana giderek artan iç ve dış rekabete ayak uyduramayıp kapanan
firmalar ise, sadece onları daha verimli çalıştırabilecek olan ehil
ellere geçmiştir.
Dinamik Etkiler: GB’nin
rakamsal olarak ölçülemeyen dinamik etkileri de çok önemlidir. Türkiye’nin AB
ile GB’ye girmesi yerli üreticileri geri dönülmez bir şekilde uluslararası
rekabete açmış, böylece eksik rekabetçi ve korumacı lobilerin güçlerinin
azalmasına önemli katkılarda bulunmuştur. Neticede, düşük verimle,
pahalı mal üreten firmalarımız, reorganizasyona zorlanarak kaliteli ve ucuz mal
üretmeye, üretimi artırmaya ve ihracata zorlanmışlardır. Türk tekstil ve hazır
giyim, otomotiv ve elektronik sanayileri bunun en güzel örneklerindendir.
1996’dan 2004’e Sanayi Malları
İhracat Adedi
Bu kısmın amacı ise, önce herkesin ulaşabildiği başlıca
sanayi malları üretim ve ihracat miktarlarını özetledikten sonra, Türkiye’de ilk defa, bu ürünlerin ihracat
adetlerini ve ülkelere göre dağılımını kamuoyuna sunmaktır.
Gümrük Birliği (GB) öncesi “GB ile Türk sanayi
batar” iddiasında bulunanlara cevabım
rakamlarla olacaktır. Ocak 2005 İhracatçı Birlikleri kayıtlarına göre, 1995’den 2004’e, İhracat artışları, milyar $ olarak;
- Tekstil ve hazır giyim 8.2’den,
Bavul Ticareti dahil, 21’e (2.6 kat artış),
- Taşıt araçları(otomobil,otobüs
vs.) ve yedek
parçaları 0.8’den 10.8’e (13.5
kat),
- Demir ve demir dışı metaller 3’den
9.2’ye (3.1 kat),
- Elektronik cihazlar 0.9’dan 6.1
milyar $’a (6.8 kat) çıkmıştır.
GB sayesinde Türk tekstil ve
hazır giyim ürünlerine Avrupa Birliği’nde (AB’de) kotalar 1996’da kalktığı
için, bu mallarda Türkiye AB pazarında Çin’in ardından, 4.lükten 2.liğe
yükselmiş idi. 2004’de Türkiye’nin toplam tekstil ve hazır giyim ihracatı
17,7 milyar $ olup, bu ihracatın %73’ü AB ülkelerinedir. AB pazarında
Türkiye’nin payı tekstilde %13, hazır giyimde %9 iken, Çin’in payı sırasıyla
%10 ve %18’dir.
1996’dan 2000’e ve 2004’e, ihracat’ta başarılı olan sektörlerde üretim
artışları, sırasıyla milyon
adet olarak(1996’dan 2004’e artış);
- Televizyon 1.8’den 8.8’e ve 20.4’e(11.3 kat
artış),
- Buzdolabı 1.7’den 2,4’e ve 4.7’ye (2.9 kat
artış),
- Çamaşır makinesi 0.9’dan
1.4’e ve 4.1’e milyon adede (4.6 kat artış),
- Fırın(LPG) 0.6’dan 0.7 ve 1.8’e (3 kat artış),
- Otomobil 196 binden 306 bin ve 618 bine (3.2 kat artış),
- Otobüs-Minibüs 19 binden 29 bin ve 64 bine (3.4 kat artış),
- Şişe ve cam üretimi de 0.5 milyon ton’dan 1.1’e ve 1.2 milyon ton’a (2.4 kat artış) ulaşmıştır.
Ürünlere ve Ülkelere Göre Başlıca Sanayi Malları İhracat
Adedi
(Türkiye’de ilk defa)
1996’dan 2000’e ve 2004’e ihracatımızda başlıca
tüketim ve sanayi ürünleri miktarı, adet olarak (parantez içinde
milyon $), Tablo-3’de görüldüğü gibi;
- Televizyon 1.2 milyondan (217) 7.3
milyon (840) ve 18.5 milyona (2,636),
- Buzdolabı 645 binden (103) 929
bin (142) ve 2.9 milyona (520),
- Çamaşır makinesi 49 binden (11) 275
bin (42) ve 2.2 milyona (390),
- Otomobil 26 binden (200) 83
bin (619) ve 320 bine (3,928),
- Otobüs-Minibüs 3.2 binden (258) 6.4
bin’e (281) ve 6.4 bine (556),
- Traktör 943’den (7,7) 4.9
bin (45) ve 10.4 bin (147) adede fırlamıştır.
1996’dan 2000’e ve 2004’e
ithalatımızda
ise, başlıca sanayi ürünleri, adet olarak (parantez içinde
milyon $);
- Otomobil 64 binden (983), 277
bine (2,574) ve 325 bine (4,073)
- Televizyon 195 binden (46.8), 1.4
milyona (156) ve 2.2 milyona (153) çıkmış,
- Buzdolabı sayısı da 153 binden (59), 197
bine (75.2) ve 54 bine (23),
- Çamaşır makinesi sayısı da 212
binden (56), 356 bine (65.4) ve 206 bine (43) inmiştir.
TABLO –3. BAŞLICA SANAYİ MALLARI İHRACATI VE ADEDİ,
1996, 2000, 2004.
|
1996 Yılı |
1996 Yılı |
2000 Yılı |
2000 Yılı |
2004 Yılı |
2004 Yılı |
SANAYİ ÜRÜNÜ |
İhracat |
İhracat |
İhracat |
İhracat |
İhracat |
İhracat |
|
(Adet) |
(Dolar) |
(Adet) |
(Dolar) |
(Adet) |
(Dolar) |
Televizyon |
1.2 Milyon |
217 Milyon |
7.3 Milyon |
840 Milyon |
18.5 Milyon |
2.6 Milyar |
Buzdolabı |
645 Bin |
103 Milyon |
929 Bin |
142 Milyon |
2.9 Milyon |
520 Milyon |
Çamaşır
makinesi |
49 Bin |
11 Milyon |
275 Bin |
42 Milyon |
2.2 Milyon |
390 Milyon |
Otomobil |
26 Bin |
200 Milyon |
83 Bin |
619 Milyon |
320 Bin |
3.9 Milyar |
Otobüs-Minibüs |
3.2 Bin |
258 Milyon |
6.4 Bin |
281 Milyon |
6.4 Bin |
556 Milyon |
Kaynak: DTM Dokümanları, Haziran 2005. Tablo’da yer alan verilerin
çıkartılmasını sağlayan DTM
Ekonomik Araştırmalar Genel Müdürü Sn. Gazi Bilgin’e ve
Uzman Sn. Argun Şit’e çok teşekkür ederim.
1996’dan 2004’e ülkeler bazında, başlıca sanayi malları ihracatımız,
adet olarak;
- Televizyon: İngiltere’ye
167 binden 3.5 milyona, Almanya’ya 428 binden 3.4 milyona, İtalya’ya 21.7
binden 3.1 milyona, İspanya’ya 42 binden 1.9 milyona, Fransa’ya 76 binden 1.6
milyona, Romanya’ya 14,8 binden 694 bine, Yunanistan’a 23 binden 398 bine,
İsveç’e 10 binden 366 bine, Rusya’ya 8.6 binden 338 bine, Avusturya’ya 36
binden 250 bine fırlamıştır.
- Buzdolabı: İngiltere’ye
153 binden 466 bine, Fransa’ya 149 binden 353 bine, Irak’a birkaç yüzden 284
bine, Almanya’ya 41.6 binden 259 bine, İtalya’ya 9.5 binden 147 bine,
Cezayir’e 2 binden 118 bine, İsrail’e 21 binden 78 bine, İspanya’ya 11.5 binden
66 bine sıçramıştır.
- Çamaşır Makinesi: Almanya’ya
16.8 binden 426 bine, İngiltere’ye 726’dan 208 bine, Fransa’ya 4 binden 199
bine, Rusya’ya 1.3 binden 190 bine, İspanya’ya 310’dan 185 bine,
Romanya’ya 5.2 binden 128 bine çıkmıştır.
- Otomobil: Fransa’ya
473’den 56.3 bine, Almanya’ya 18’den 45.8 bine, İtalya’ya 10.8 binden 33 bine,
İspanya’ya 8 binden 16.8 bine, Rusya’ya 893’den 17.7 bine, İsrail’e sıfırdan
13.3 bine, Cezayir’e 1’den 9.3 bine, İngiltere’ye 3’den 8.4 bine, Polonya’ya
1’den 8.3 bine, Finlandiya’ya sıfırdan 7.6 bin adede fırlamıştır.
Türkiye’nin
2004 yılında ihraç etmiş olduğu 320 bin adet otomobilden elde ettiği
3,9 milyar $’ın dağılımı ise (parantez içinde milyon $); %19.8’i
Fransa (777), %15.3’ü Almanya (600), %10.7’si İtalya (420) ve %5.8’i İspanya
(227), %4’ü Rusya ve %3.8’i de İngiltere’den (151) elde
edilmiştir.
Yine 2004’te
ihraç ettiğimiz 18.5 milyon adet
TV’den elde ettiğimiz 2.6 milyar $’ın dağılımında da (parantez
içinde milyon $); İngiltere %20.8 (548), Almanya %19.3
(512), İtalya %9.4 (248), İspanya %8.9 (235) ve Fransa
%7.9’luk (207) bir paya sahiptir.
Görüldüğü gibi, 2004 sonu itibarıyla
milyonlarca İngiliz, Fransız, Alman ve İtalyan vatandaşı evlerinde Türk malı
televizyon, buzdolabı ve çamaşır makinesi kullanmaktadır. Demek ki, Türk Sanayi
ürünleri AB’ye girmiş bile...
AB ile Müzakereler ve Beklentiler
AB Komisyonu’nun, 6 Ekim
2004 İlerleme Raporu ile, Türkiye-AB arasında tam üyelik yolunda müzakerelerin başlaması konusunda yeşil
ışık yakması sonucu, 17 Aralık 2004 Kophenhag Zirvesinde müzakerelerin 5
Ekim 2005 tarihinde başlatılmasına karar verilmiştir. Ancak, gerek 2004
İlerleme Raporu ve gerekse 17 Aralık Zirve Raporu, bundan önce hiçbir aday
ülkeden istenmeyen haksız taleplerle doludur. Bu tartışmalara geçmeden önce, ekonomik
açıdan müzakere sürecinin ne anlama geldiği üzerinde durmak daha uygun
olacaktır.
Türkiye’ye müzakere tarihi
Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni yerine getirdiği için verilmiştir. Tam üyelik için ise, yapılmış olan
siyasi reform yasalarının uygulamada da başarılı olmalarına ilaveten, Maastricht Kriterleri’ne yaklaşılması
da gerekmektedir. Bu durumda, Türkiye
bir anlamda AB tam üyelik hedefi
için bir çeşit 10 yıllık
bir istikrar programı (stand-by) uygulamasını kabul etmiş oldu. Çünkü Maastricht
Kriterleri;
-
Fiyat
İstikrarı: Her üye ülkenin
yıllık ortalama enflasyon hızı, en düşük
enflasyon oranına sahip 3 üye ülke ortalamasından %1,5’den fazla olmamalıdır (%1,5+%1,5=%3 dolayında bir yıllık
enflasyon gibi),
-
Kamu
Açığı: Üye ülkelerin bütçe açığı o ülke GSMH’sının (Bütçe / GSMH Oranı) %3’ünü aşmamalıdır (Türkiye’de bu oran
2003’den 2004’e, %11’den %8’e inecektir),
-
Kamu
Borçları: Üye ülkenin kamu borçlarını (kamu iç ve dış borç stokunun
toplamının) o ülke GSMH’sinin (Kamu
Borçları / GSMH Oranı) %60’ı geçmemelidir. (Türkiye’de bu oran 2004’de
%70’e inmiş ise de, esas sorun özellikle iç borç stokunun çok kısa vadeli
olmasıdır)
-
Faiz
Oranları: Uzun vadeli faiz oranları, en düşük enflasyona sahip 3 üye
ülkenin yıllık ortalama faiz oranını
%2’den fazla aşmamalıdır. (%6+%2=%8 gibi)
-
İstikrarlı
Döviz Kur’u: Euro’ya geçmeyen üye
ülke paraları devalüasyon olmaksızın
Avrupa Para Sisteminin döviz kurları mekanizmasında öngörülen normal dalgalanma
marjlarına (kur ayarlamalarına)
uymalıdır.
Toplam Borç Stoku: Şubat 2005 itibarıyla Türkiye’nin
toplam borç stoku 327 milyar $ (iç borç 165 + dış borç 162) olup, kamunun toplam borç stoku ise, 239
milyar $’dır (sadece 32 milyar $’ı IMF, Dünya Bankası ve AYB gibi
uluslararası kuruluşlaradır). Çünkü, 162
milyar $’lık dış borç stokunun yaklaşık 74 milyar $’ı (%45’i) kamu kesimine, 88 milyar $’ı (%55’i) da, başta Merkez Bankası, Bankalar olmak üzere özel sektöre aittir. Kamu borç
stokunun sadece 20 milyar $’ı İMF’ye, 30 milyar $’ı da yurtdışında
satılmış olan tahvillerden oluşmaktadır.
Maastricht Kriterlerinde Kamu Borç Stoku/GSMH oranı
%60 olmakla birlikte, Türkiye’de Kamu Borç Stoku (Brüt) / GSMH oranı; 2001’de
%126.9, 2002’de %105.6, 2003’de %91.5, 2004’de
ise %82.3’e indi. Kamu Borç Stoku
(Net) / GSMH oranı; 2001’de %91.0, 2002’de %78.7, 2003’de %70.5, 2004’de ise %63.5’e geriledi. 2000 yılına bu net oran %58 olmasına rağmen 2001 ekonomik krizi ortaya
çıkmıştı. “Net borç stoku” Türkiye’deki
döviz rezervlerin, bankaların dışarıya açtıkları ticari kredilerin, Eximbank’ın
açtığı dış krediler dahil, diğer ülkelerden alacaklarımızın toplam borçtan
düşülmesiyle elde edilir.
Türkiye’de İç Borç Stoku ortalama vade yapısının çok
kısa vadeli olmasından dolayı, Türkiye’nin uluslararası piyasalarda güvenini
sağlayabilmesi ve bu piyasalardan düşük faizli,
orta ve uzun vadeli krediler çekebilmesi için, (Brüt) oranın %60, (Net) oranın da %40 dolayına çekilmesi gerekmektedir. Mesela, Mayıs
2005’de 235 katrilyon TL’lik İç Borç Stokunun %76’sını oluşturan Tahvil+Bono’dan oluşan Nakit borçların (147,5+31,2=178,8 katrilyon TL) ortalama vade yapısı 13,1 aydır. Bu vadeler tahvilde 15,2 ay, bonoda 3,5 aydır (DPT, Mali
Piyasalarda Gelişmeler, Temmuz 2005, s.8).
AB’nin 11 Aralık 1999
günü Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye adaylık statüsü
tanındıktan sonra, 11 Nisan 2000 tarihinde toplanan, Türkiye-AB arasında en
yüksek karar organı olan, Türkiye-AB
Ortaklık Konseyi, Türkiye’nin adaylık sürecinde AB müktesebatına (mevzuatına)
uyum çalışmaları için 8 adet alt komite kurmuş, bu komiteler 31 ana başlıktan 28’ini Haziran
2000’den itibaren ele almaya başlamış,
fakat AB ile müzakereler başlamadığı
için elde edilen başarılar çok sınırlı kalmıştır.
17 Aralık 2004 AB Zirve kararı (metni) ile bundan
önceki adaylara uygulanmayan fakat Türkiye’ye reva görülen hususlar ise;
-
“Yapısal politikalar ve tarım konularında uzun süreli bir geçiş dönemi,
kişilerin serbest dolaşımında koruyucu tedbirlerin sürekli hale getirilmesi;
müzakerelerin sürecinin ucu açık ve sonucu önceden garanti edilemez” ifadesinin yer alması,
-
Türkiye’ye tam üyelik tarihi verilmemesi,
-
Kopenhag Kriterleri ile ilgisi olmayan Kıbrıs sorununun devreye sokulması,
-
Daha önceki adaylara yağan mali destekten hiç bahsedilmemesi,
-
Ortak tarım politikası ve bölgesel kalkınma konularında sürekli kısıtlama
getirilebileceği,
-
35 konudaki her müzakerenin açılış ve kapanışında da üye devletlerin, oy
birliği ile alınacak kararının gerekecek olması
şeklinde özetlenebilir. Bunun anlamı Güney Kıbrıs’a müzakere
süresince 70 kez veto
hakkı tanınacak olmasıdır.
3 Ekim 2005 AB Zirvesi ve Müzakereler:
3 Ekim 2005’te
Lüksemburg’da yapılan AB Dışişleri Bakanları toplantısında, Türkiye’nin AB ile katılım müzakerelerine
başlama kararı alındı. Aynı gün yayınlanan Müzakere Çerçeve Belgesi üç ana bölüm ve 23 maddeden oluşmaktadır.
Bu bölümler: 1-Müzakerede uygulanan ilkeler 2-Müzakerelerin esası ve 3-Müzakere
prosedürüdür. Çerçeve Belgesi’nin ilk
bölümünde 17 Aralık 2004 Zirvesi’nde alınan kararlar yer almış olup, ilaveten;
-Müzakerelerin ilerlemesi ve
askıya alınmasına ilişkin şartlara detaylı bir biçimde,
- Müzakerelerin doğası gereği ucunun açık ancak nihai hedefin tam üyelik
olduğuna,
- AB’nin hazmetme kapasitesine yer verilmiştir.
Bu durumda,
Türkiye en az on yıllık bir müzakere maratonu sonucunda gerekli tüm şartları
yerine getirse bile, üyelik tarihinde Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi hazmetme
kapasitesinin yetersiz olduğunu öne sürerek AB Türkiye’nin tam üyeliğini daha ileri tarihlere erteleyebilecektir.
Müzakere Başlıkları(Fasılları):Çerçeve Belgesi’nin son bölümünde
yer alan müzakere fasılları 35 başlık sırasıyla: 1-Malların Serbest dolaşımı,
2-İşçilerin Serbest Dolaşımı, 3-Yerleşme Halkı ve Hizmet Sunma Serbestisi,
4-Sermayenin Serbest Dolaşımı, 5-Kamu İhaleleri, 6-Şirketler Hukuku, 7-Fikri
Mülkiyet Hukuk, 8-Rekabet Politikası, 9-Mali Hizmetler, 10-Bilgi Toplumu ve
Medya, 11-Tarım ve Kırsal Kalkınma, 12-Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki
Sağlığı Politikası, 13-Balıkçılık, 14-Ulaştırma Politikası, 15-Enerji,
16-Vergilendirme, 17-Ekonomik ve Parasal Politika, 18-İstatistik, 19-Sosyal
Politika ve İstihdam, 20-İşletme ve Sanayi Politikası, 21-Trans-Avrupa Ağları,
22-Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu, 23-Adli Konular ve
Temel Haklar, 24-Adalet, Özgürlük ve Güvenlik, 25-Bilim ve Araştırma, 26-Eğitim
ve Kültür, 27-Çevre, 28-Tüketicini ve Sağlığının Korunması, 29-Gümrük Birliği,
30-Dış İlişkiler, 31-Dışişleri, Güvenlik ve Savunma Politikası, 32-Mali
Kontrol, 33-Mali ve Bütçesel Hükümler, 34-Kurumlar ve 35-Diğer Konular’dır.
2005 sonuna kadar Tarama Süreci’ne(Türkiye’nin AB mevzuatına uyum derecesinin değerlendirilmesi) dahil
edilecek fasıllar: 1-Rekabet Politikası, 2-Kamu İhaleleri, 3-Eğitim ve
Kültür, 4-Bilim ve Araştırma, 5-Hizmetlerin Serbest Dolaşımı, 6-Sermayenin
Serbest Dolaşımı ve 7-Tarım’dır. Türkiye AB arasındaki Tarama
Süreci 20 Ekim 2005 günü ‘Bilim ve
Araştırma’ başlığında Brüksel’de başlamış
olup, 19 Aralık 2005’te Bilim ve Araştırma ile Eğitim ve Kültür
başlıklarında tarama raporlarının AB üyelerine gönderilmesine devam edilecektir.
Bu raporların 25 AB üyesi tarafından onaylanması gerektiğine göre, bu durumda
AB ile müzakereler ancak Ocak 2006’da başlayabilecektir.
Müzakereler süresince Türkiye’nin
dikkate alacağı çok detaylı diğer temel doküman ise AB Komisyonu’nun 2004
İlerleme Raporu’dur. Raporda
“Türk makamlarına göre, 1923 Lozan Anlaşması uyarınca Türkiye’deki azınlıklar
sadece gayrimüslim olan Museviler, Ermeniler ve Rumlardır. Ancak Türkiye’de gayrimüslim azınlıklar
dışında Kürtler dahil olmak üzere başka topluluklar da vardır... Aleviler hala
Müslüman bir azınlık olarak kabul edilmemektedir. Süryanilerin azınlık
hakları... v.s.”
Belirtmek gerekir ki, birçok AB ülkesinin hala “Haçlı Zihniyeti” ve
Türkiye’ye karşı çifte standartları devam etmektedir. Çünkü, Türkiye’nin AB üyeliği
aşaması geldiğinde, Fransa ve Avusturya’nın ilk defa referanduma başvuracak
olması bu durumu net bir şekilde açıklamaktadır. Nitekim, 1096’da başlayıp 1270’de sona eren 8
büyük Haçlı Seferinin İlk 4’ünde Türkiye Selçuklu Devleti’ni aşamayan
Haçlılar’ın Türklere husumeti buradan kaynaklanmaktadır. Bu husumeti 10 asırdır hazmedemeyen Avrupalı Hıristiyan Demokratlar ile
muhafazakar ve ırkçı liderlerin hazımsızlığı 10 yıl içinde mi sona erecektir? Yetkililerimiz bu soruyu AB
yetkililerine açıkça sormalıdır.
Bu kanaatimi güçlendiren beyanatlar ise; 17 Aralık 2004 Zirvesi’ni takiben, Almanya
Hıristiyan Demokrat muhalefet lideri (Eski Doğu Alman vatandaşı ve bir papazın
kızı) Angela Merkel “Türkiye’ye tam
üyelik tarihi verilmedi. Bizim için önemli olan müzakerelerin ucunun açık
olması idi”. Yunanistan Başbakanı: “Karardan memnunuz. Şimdi sıra Ekümenlik ve
Ruhban Okulunun açılmasına geldi”. Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı: “Türkiye Kıbrıs
(Güney) Cumhuriyetini tanımadığı sürece her an veto hakkımızı kullanabiliriz”.
Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü AB’ye girmekten daha
önemlidir. Kıbrıs konusunda ise Türkiye verebileceği
tavizleri zaten vermiştir. Onun için Türkiye
AB ile müzakereleri gidebildiği kadar sürdürme gayretinde bulunmalı, ancak
Kıbrıs, Ekümenlik ve yeni azınlıkları tanıma gibi bahanelerle müzakereleri
engelleme tehditleri ve dayatmaları uygulanmaya konduğu anda restini çekerek,
AB ile ilişkilerimizi GB’den çıkarıp Serbest Ticaret Anlaşması (STA) düzeyine
indirmelidir. Tabi resti çektiğimizde elimizin güçlü olabilmesi için, ABD ve Rusya ile STA anlaşmaları
yapabilmenin alt yapısı oluşturulmalı ve bu çalışmalara derhal başlanarak, AB müzakereleri ile
paralel olarak yürütülmelidir. Türkiye’nin
bu tutumu ve politikası belki de AB
ile müzakerelerde Türkiye’yi daha güçlü bir konuma bile getirebilir.
Belirtmek gerekir ki, son aylarda, AB ile ilişkileri kesip, ABD,
Rusya, Türk Cumhuriyetleri ve Uzak Doğu Ülkeleri ile ticari ortaklıklara ve
hatta STA’lara gidilmesi tezleri ortaya atılmakta ise de, bu ilişkiler
Türkiye-AB ticari ve ekonomik ilişkilerinin bir alternatifi değil, sadece
tamamlayıcısı olacaktır. Çünkü, GB’den 9 yıl sonra ve GB’den 40 yıl önce de
Türkiye’nin dış ticaretinin en az yarısı bugünkü AB ülkeleri ile yapılıyordu.
Günümüzde ise, otomobil, buzdolabı,
televizyon ve hazır giyim gibi başlıca sanayi mallarımızın ihracatında AB
Ülkelerinin payı %75-%85 arasında seyretmektedir.
Özetlersek, her şeye
rağmen Türkiye’nin önü açıktır.
2004’de Türk ekonomisi yıllık 90 milyar
$’ı aşan bir döviz kazanma potansiyeline ulaşmıştır. Bu meblağın 63 milyar $’ı ihracattan, geriye kalan 29 milyar $’ı da başta hizmet gelirleri olmak üzere bavul ticaretinden kaynaklanmıştır. Türkiye 36 bin kişilik ihracatçı ordusuyla 140
dolayındaki ülkeye ihracat yapmaktadır.
2004
yılında Türk özel sektörünün ürettiği 20,4 milyon adet televizyonun %91’i (18,5
milyon TV), 4,7 milyon adet buzdolabının
%62’si, 4,1 milyon adet çamaşır makinesinin
%54’ü, 618 bin adet otomobilin %52’si ihraç
edilmektedir. 2004 yılında
toplam ihracatımızın %4,2’sini televizyon, %6,2’sini otomobil,
yaklaşık %2’sini de buzdolabı ve otobüs-minibüs oluşturmuştur. Kötümserliğe
gerek yoktur. Ancak yıllardır süregelen köklü
reformları biran önce hayata geçirmek gereklidir. En kısa
zamanda, özellikle;
- Kayıt
dışı ekonomiyle mücadelede önemli mesafeler alınmalı, çünkü; a)Türkiye’de
enerji fiyatlarının (elektrik, petrol), gelir ve kurumlar vergilerinin yüksek
seviyelerde tespit etmek zorunda kalınmasının, b) yerli ve yabancı sermaye
yatırımlarını caydıran haksız rekabetin varoluşunun en önemli sebebi %50
dolayında seyreden kayıt dışı ekonomidir.
- Doğrudan
Yabancı Sermaye (DYS) yatırımlarını cazip hale getirecek ve yatırım iklimini (ortamını) hazırlayacak gerekli yasal değişiklikler ile uygulamalar
yürürlüğe konulmalı,
- Özelleştirme, selektif olarak
biran önce tamamlanmalıdır.
Bu hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için ise, Hükümetin daha cesur, daha kararlı (SEKA’nın özelleştirilmesi olayı maalesef bir fiyaskodur) ve daha aktif ekonomi politikaları uygulaması gerekmektedir (Daha fazla bilgi için bakınız Not-1 ve 2).
Not-1: Türkiye’de ve Türk Cumhuriyetlerinde ekonomik
sorunlar ve çözüm yolları, Türkiye-AB ekonomik ve mevzuat ilişkileri,
özelleştirme ve DYS yatırımları konularında detaylı bilgi için bakınız, Prof. Dr. Emin ÇARIKCI’nın 46 makale ve 400 sayfadan oluşan güncelleştirilmiş 2. Baskı Kitabı: TÜRK
DÜNYASINDA EKONOMİK GELİŞMELER VE TÜRKİYE – AB İLİŞKİLERİ. AKÇAĞ Yayınları,
Mart 2004 (Tuna Cad. 8/1, Kızılay –
Ankara (0312-4321798)).
Not-2: Prof. Dr. Emin ÇARIKCI’nın
“Ekonomik Gelişmeler, GB’nin Zararı ve AB ile İlişkiler” konulu 14 sayfalık makalesinde yer alan istatistiki
veriler ve yorumlar, her 2 ayda bir,
revize edilerek ve metin
güncelleştirilerek Çankaya
Üniversitesi’nin Web sayfasında yayınlanmaktadır. Bakınız: http://www.cankaya.edu.tr adresi, Akademik Platform sayfası. |