EKONOMİK GELİŞMELER, GB’NİN ZARARI
VE
AB İLE MÜZAKERELER
(14 Haziran 2005)
Prof. Dr. Emin ÇARIKCI
ÇANKAYA
ÜNİVERSİTESİ, İİBF, Uluslararası Ticaret
Bölümü Öğretim Üyesi
Kasım 2000 Likidite Krizi ve Şubat
2001 Finans Krizi sonrası IMF destekli bir Ekonomik İstikrar Programına ek
olarak, ekonomi yönetiminde politik
müdahaleleri asgari düzeye indirebilmek için BDDK ve Kamu İhaleleri
Üst Kurulu gibi 10 Üst Kurul kurulmuş, ilaveten, Bankalar Kanunu, Hazinenin İç Borçlanma Kanunu ve Merkez Bankası’nın bağımsızlığı yasası gibi kurumların özerkliğinin ve
Türkiye’de siyasi istikrarın
sağlanmasının müspet etkileri, ayrıca Ekonomik Programda mali disipline
uyulmasının piyasalara güven vermesi sonucu Türk ekonomisi düzlüğe çıkmak
üzeredir. Ekonomide “2004-2005’deki gelişmeler, Gümrük Birliği’nin (GB’nin)
Zararı ve AB ile Müzakereler” konuları detaylı bir şekilde ele alınmadan önce,
2002-2004 yıllarındaki gerçekleşmeleri ve 2005 yılı hedeflerini özetleyelim.
2002 yılı Ekonomik Gerçekleşmeleri: 2002 yılı
için hedeflenen %3’lük GSMH büyüme hızı %7,8 olarak gerçekleşmiş, yıl
boyunca dolar fiyatının 1,5 milyon TL dolayında seyretmesinin de müspet
etkisiyle, 2002 yılı için hedeflenen
GSMH 166 milyar dolar yerine yaklaşık 182 milyar dolar, Fert Başına Gelir (FBG)
de hedeflenen 2316 dolar yerine 2609
dolar olarak gerçekleşmiştir (Bakınız. Tablo-1). Yıllık enflasyon 2001’deki
%70’li seviyelerinden, 2002’de TÜFE’de %29,7, TEFE’de %30,8’e gerilemiştir.
2003 yılı Gerçekleşmeleri: GSMH Büyüme Hızı %5.9 artmış, ortalama dolar
fiyatının 2002 seviyesinde (1,5 milyon TL) kalması sonucu, GSMH hedefi 200
milyar $ iken, 239 milyar $’a çıkmıştır (2002’den 2003’e %32 artış). FBG 2609 $’dan 3384 $’a (2002’ye göre
%29.7 artış) gerçekleşmiştir. İthalat 69.3 ve ihracat ise 47.3 milyar dolar, Dış
Ticaret Açığı -22,1 ve Cari İşlemler Dengesi açığı da -8.0 milyar dolardır.
2003’de yıllık enflasyon hızları TÜFE’de %18,4’e, TEFE’de de %13,9’a inmiştir.
Bütçe Harcamaları 140 katrilyon TL,
Gelirleri 100,2 katrilyon TL olup, Bütçe Açığı da –39,8 katrilyon TL’ye (26,5 milyar $) ( Bütçe Açığının en büyük kalemini oluşturan Sosyal Güvenlik Kurumları = SGK
açıkları 15,9 katrilyon (ktr) TL =10,6 milyar $’a ) ulaşmış, Toplam Faiz
Harcamaları ise 58,6 ktr.TL’dir.
2004 yılı Gerçekleşmeleri: Yıllık enflasyon hızları, TÜFE’de %9.3’e, TEFE’de de %13.8’e gerilemiş;
ithalat 97,2 milyar $’a ve ihracat ise
62,8 milyar $’a, Dış Ticaret Açığı -34,4 milyar $’a ve Cari İşlemler Dengesi
(CİD) açığı da -15,6 milyar $’a fırlamıştır. Bütçe Harcamaları 140 katrilyon TL, Gelirleri 110 katrilyon TL olup, Bütçe Açığı da –30,3
katrilyon TL’ye (21,2 milyar $), (SGK açıkları 19,3 katrilyon (ktr) TL=13,5 milyar $’a) ulaşmıştır. Toplam Faiz Harcamaları ise 56,5 ktr.TL’dir.
GSMH Büyüme Hızı %9.9’a, GSMH 299,5 milyar $’a, FBG 4172 $’a ve Satınalma
Gücü Paritesine (SGP = Türkiye’deki bir
demet mal ve hizmetin New York’daki $ cinsinden değeri) göre FBG de 7736 $’a
çıkmıştır.
2005 yılı Hedefleri: GSMH yaklaşık 310 milyar $, FBG
4300 $, SGP göre FBG 7900 $, GSMH büyüme hızı %5, yıllık Enflasyon hızları
da TÜFE ve TEFE’de de %8’şer, İthalat 104 milyar $ (%8,9 artış), İhracat ise 71
milyar $ (%14,5 artış) olup, Dış Ticaret Açığı -33 milyar $, CİD Açığı (Cari Açık) hedefi de
Mayıs’ta -10,6 milyar $’dan -15,3 milyar $’a revize edildi.
2005 yılı Devlet Bütçesi Hedefleri: Harcamalar 155,6 Katrilyon (Ktr) TL; Transferler
94,4 ktr TL (56,4 ktr. TL faiz ödemesi), Cari Harcamalar 50,1 ktr. TL (Personel
Giderleri 31,9 ktr. TL), Yatırım ise 10,1 ktr. TL’dir. Gelirler 126,5 ktr. TL (Vergiler 106,6 ktr. TL)’dir. Bütçe Açığı ise -29,1 ktr. TL’dir. 2004’ten 2005’e Bütçe Harcamaları içinde,
Transferler / Harcamalar %66’dan %64’e (Faiz Ödemeleri / Harcamalar %38,3’den
%33,7’ye), Yatırımlar / Harcamalar
%4,6’dan %6’ya, Vergi Gelirleri / Harcamalar
%69’dan %70,8’e, Faiz
Ödemeleri / Vergiler %58’den %47’ye, Harcamalar / GSMH’de %36,1’den %34,9’a
hedeflenmiştir. Bu durum 2005 Bütçesinin
de bir Transfer ve Cari Harcamalardan oluştuğunu (94,4+50,1=144,5 ktr. TL) ve
Bütçe esnekliğinin çok düşük düzeyde olduğunu açık bir şekilde ortaya
koymaktadır.
TABLO-1. TÜRKİYE'DE
BAŞLICA EKONOMİK GÖSTERGELER:2001-2005 (14 Haziran 2005)
|
2001 |
2002 |
2003 |
2004 |
2005 (K) |
GSMH (Milyar Dolar) |
144,0 |
181,7 |
239,2 |
299,5 |
310 (E) |
Fert
Başına Gelir (FBG), Dolar |
2105 |
2619 |
3383 |
4172 |
4300 (E) |
-
Satınalma Gücü (SGP) ile FBG, $ |
6073 |
6496 |
6890 |
7736 |
7900 (E) |
GSMH Büyüme Hızı (%) |
- 9,5 |
7,8 |
5,9 |
9,9 |
5,0 (P) |
- İmalat Sanayii Üretimi (% Değişme) |
- 9,9 |
10,7 |
9,0 |
10,4 |
5,2 Nisan |
u Kapasite kullanım oranı (%) |
73,6 |
76,7 |
80,0 |
84,0 |
80,1 Nisan |
Tüketici Fiyatları
(TÜFE), % |
68,5 |
29,7 |
18,4 |
9,3 |
2,5 Mayıs (*) |
Üretici Fiyatları
(ÜFE≡TEFE), % |
88,6 |
30,8 |
13,9 |
13,8 |
2,4 Mayıs (*) |
Emisyon
Hacmi (Trilyon Lira) |
5282 |
7636 |
10 676 |
13 500 |
15 600 Haziran |
Bütçe açığı (Katrilyon Lira) |
-29,8 (24,8 Milyar$) |
-41,7
(1) (27,8
Milyar $) |
-39,8
(1) (26,5Milyar$) |
-30,3 (1) (21,3
Milyar$) |
-3,8 Mayıs (2,7
Milyar$) |
Sos. Güv. Kur. Açığı (Katrilyon TL) |
-8,4
(7 Milyar$) |
-13,3
(1) (8,9
Milyar$) |
-15,9
(1) (10,6Milyar$) |
-19,3 (1) (13,5
Milyar$) |
-9,7 Mayıs (6,9
Milyar$) |
İç Borç Stoku (Katrilyon Lira) |
122,2 (101 Milyar$) |
149,9
(1) (100 Milyar $) |
194,4
(1) (130 Milyar$) |
224,5 (1) (158
Milyar$) |
236,2 Nisan (168
Milyar$) |
Bütçe Açığı / GSMH (%) |
-16,5 |
-14,7 |
-11,3 |
-7,1 |
-6,1 (P) |
Bütçe Harcamaları / GSMH (%) |
49,7 |
44,1 |
39,8 |
36,0 |
35,4 (P) |
İhracat (% Artış) |
12,8 |
15,1 |
31,0 |
33,5 |
24,1 Nisan |
İthalat (% Artış) |
-24,0 |
+24,5 |
+34,5 |
+40,4 |
21,9 Nisan (2) |
İthalat (Milyar Dolar) |
-41,4 |
-51,6 |
-69,3 |
-97,4 |
-35,2 Nisan (2) |
İhracat (Milyar Dolar) |
31,3 |
36,1 |
47,3 |
63,1 |
23,1 Nisan |
DIŞ TİCARET AÇIĞI (Milyar $) |
- 10,1 |
-15,5 |
-22,1 |
-34,3 |
-12,1 Nisan |
İhracat / İthalat, (%’si) |
75,7 |
69,9 |
68,1 |
64,8 |
65,6 Nisan |
Bavul Ticareti (Milyar Dolar) |
3,0 |
4,1 |
4,0 |
4,0 |
1,1 Nisan |
İhracatımızda AB'nin Payı, %
|
51,6 |
51,5 |
51,9 |
54,7 |
54,5 Nisan |
İthalatımızda AB'nin Payı, % |
44,6 |
45,5 |
45,8 |
46,7 |
41,8 Nisan |
Hizmet Gelirleri (Milyar $) |
21,9 |
20,0 |
21,0 |
25,1 |
5,9 Nisan |
Hizmet Giderleri (Milyar $) |
-13,8 |
-13,2 |
-8,5 |
-11,2 |
-3,8 Nisan |
CARİ İŞLEMLER
AÇIĞI (Milyar$) |
+3,4 |
-1,8 |
-8,0 |
-15,6 |
-8,9 Nisan |
Direkt Yabancı Sermaye (Milyar$) |
3,3 |
0,6 |
0,7 |
2,6 |
0,7 Nisan (3) |
Dış Borç Stoku (Milyar $) |
113,9 |
131,1 |
147,0 |
161,8 |
172,0 (E) |
MB Döviz Rezervleri (Milyar $) |
18,7 |
26,7 |
33,6 |
36,0 |
35,8 Haziran |
(K): 2005 yılına ait Ay'ların
yanındaki rakamlar Ocak ayından itibaren kümülatiftir. (E): E.Çarıkcı (P): DPT 2005 yılı program hedefleri (*) Mayıs 2005 itibarıyla yıllık
enflasyon TÜFE’de %8,7, ÜFE’de ise %5,6’dır. (1) Ortalama $ kuru 2000’de 627 bin TL, 2001'de 1.2 milyon TL,
2002-2003 1.5 milyon TL, 2004’de 1,423 bin TL ve 2005’de ise, 1,4 milyon TL’dir. (2) İthalatımızda ara malları ve hammaddelerin payı
%73, sermaye malları %16 ve tüketim malları da %11'dir. (3) Ocak-Nisan 2005’de 0,7 milyar $’lık Doğrudan
Yabancı Sermaye (DYS) yatırımı girişinin 0,4 milyar $’ı gayrimenkul satışındandır.
Türkiye’den çıkan DYS ise, 0,3 milyar $’dır. |
Kaynak : DİE, DPT, MB, Hazine ve Dış Ticaret
Müsteşarlıkları Dokümanları, Haziran
2005.
Derleyen: Prof. Dr. Emin
ÇARIKCI, Çankaya Üniversitesi, İİBF, Öğretim Üyesi.
2004 ve 2005’DE EKONOMİK GELİŞMELER;
ü
Büyüme Hızı ve FBG: 2004
yılında GSMH büyüme hızı %9,9’dur (Sektörel artışlar; tarım %2,0, sanayi %9,4, ticaret %12,8, ulaştırma
ve haberleşme %6,8, serbest meslek ve hizmetler %8,0, ithalat vergisi %26,2). Yıllık hedef %5 olmasına rağmen, 2004’de GSMH büyüme hızının %9,9 olarak
gerçekleşmesi sonucu, 2003’den
2004’e GSMH miktarı 239 milyar $’dan
299,5 milyar $’a (2004’de $’ın 1,423,000 TL.ye inmesinin de etkisi ile,
dolar bazında %25 artış), Fert Başına Gelir (FBG) de 3383 $’dan 4172 $’a (%23’lük bir artış) çıkmıştır. Satınalma Gücü Paritesine (SGP’ye) göre FBG ise, 2004 sonunda 7736
$’a ulaşmıştır. Almanya’da FBG 25,5 bin $, Türkiye’de de 4,2 bin $’dır.
Fark 6,1 kattır. Oysa SGP’ye göre Türkiye’de FBG 7,7 bin $, Almanya’da 27,5 bin
$ olduğu için, Türk ve Alman
vatandaşları arasındaki gerçek ortalama hayat standardı farkı, 6,1 kat değil,
sadece 3,6 kattır (Kaynak: DİE, Haber Bülteni, Nisan 2005; Dünya Bankası, World Development Report
2005, Eylül 2004).
ü
Gelir Dağılımı: DİE’ye
göre 2002’den 2003’e nüfusun en zengin %20’lik dilimi ile, en fakir %20’lik
dilimi arasındaki gelir farkı 9,4 kattan 8,1 kata indi. Yine
2002’den 2003’e, Milli Gelirden en fakir
%20’lik nüfusun aldığı pay %5,3’den %6’ya, ikinci %20’nin %9,8’den %10,3’e,
üçüncü %20’nin %14’den %15’e, dördüncü %20’nin %20,8’den %20,9’a çıkmış iken,
bu oran en zengin %20’lik nüfus
diliminde %51,1’den %48,3’e geriledi. Belirtmek gerekir ki, en büyük gelir adaletsizliği ise
işsizliktir.
ü
Açlık Sınırı ve Yoksulluk Sınırı: DİE’nin 2003 yılı
(Yoksulluk Çalışması) hanehalkı
bütçe anketi sonuçlarına göre, Türkiye’de fertlerin
yaklaşık %1.3’ü sadece gıda
harcamalarını içeren açlık sınırının, %28.1’i ise, gıda ve gıda dışı
harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Bu
araştırmaya göre, eğitim durumu yükseldikçe yoksul olma riski de azalmaktadır. Aralık 2004 itibarıyla bir kişinin aylık geliri 80 milyon TL
veya altında ise açlık sınırında, 206 milyon TL ise, yoksulluk sınırda sayılmıştır. 4
kişilik ailede ise, bu rakamlar, sırasıyla, 180 ve 463 milyon TL/aydır.
ü
İşsizlik: 2001’den bu yana Türkiye’nin esas meselelerinden biri de
artan işsizliktir. DİE verilerine
göre, işsizlik oranları 2000’de %6.5, 2001’de %8.4, 2002’de
%10.6, 2003’de %10.5, 2004’de ise, %9.9’luk büyümeye rağmen, %10.3 olarak
halâ yüksek seviyededir. DİE’ye
göre, Ocak-Mart 2005 döneminde işsizlik
oranı %11,7’ye çıkmış olup, bu oran
kentlerde %13,9, genç nüfusta
(15-24 yaş grubu) %21,8 (kentlerde
%24,7) gibi çok daha yüksek seviyededir. Demek ki, kentlerde her 4 gencimizden
1’i işsizdir!
2000-2003
döneminde sürekli olarak azalan istihdam, ilk defa 2004’de 644 bin
kişi artış göstermiş olup,
TİSK’e göre, bu artışın sadece 48 bini kayıtlı olup, 616 bin kişisi kayıt dışı istihdamdır.
Demek ki, işverenler düşen döviz
fiyatları karşısında iç ve dış rekabetini sürükleyebilmek için giderek daha
çok kayıt dışı istihdama zorlanmakta, kayıtlı
ve kayıtsız istihdamda özellikle reel
ücretlerde bir türlü artış sağlanamamaktadır.
Nitekim 2000-2003 döneminde, reel
olarak işçi ücretleri %25.3 geriledi. Reel ücretlerdeki bu erime 2001’de
%13.4, 2002’de %8, 2003’de de %6.3’tür. Bu düşüş özel sektörde daha yüksektir.
2003 ve 2004 yıllarında döviz fiyatlarındaki gerilemeye rağmen, dış rekabet
gücümüzün korunmasında ve son iki yıldır ihracat artışındaki başarıda reel
ücretlerdeki düşüşün de büyük bir payı vardır.
ü
Enflasyon: 2003’den 2004’e yıllık
bazda enflasyon, TÜFE’de
%18,4’den %9,3’e, TEFE’de ise %13,9’dan sadece %13,8’e inmiştir. Çekirdek enflasyon (maliyet enflasyonu) diye bilinen özel sektör imalat sanayi yıllık fiyat
artışı ise, %10,6 ile TEFE’nin altında kalmıştır. DİE, 1994 temel yılı
yerine, 2003 baz yılı harcama kalıpları
ve üretim yapısına göre hazırlanan yeni indeks uygulamalarına geçmiştir.
Bir önceki aya göre, Mayıs 2005’de TÜFE %0,92, Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE ≡
TEFE) %0,20 artmıştır. Ocak-Mayıs
2005 döneminde TÜFE’deki artış %2,5, ÜFE’deki artış %2,4 olup, Mayıs 2005
itibarıyla yıllık enflasyon TÜFE’de %8,7’ye, ÜFE’de ise %5,6’ya gerilemiştir.
ü
İmalat
Sanayinde Kapasite Kullanım Oranı Aralık 2003’de %79,4 iken, Aralık 2004’de
%84’e, Nisan 2004’de %76,5 iken, Nisan 2005’de ise %80,1’e (Özel Sektörde
%68,8’den %80,7’ye) çıkmıştır.
ü
İmalat
Sanayi üretimi 2001 yılında %-9.9 gerilemiş iken, bu oran 2002’de %10,7,
2003’de %9 ve 2004’de ise %10,4’lük bir artış göstermiştir. Ocak-Nisan 2004
döneminde %13,3 olan bu artış 2005’in aynı döneminde %5,2’ye gerilemiştir.
ü
Dış Ticaret ve CİD Açığı: 2003 yılında ihracat
%31, ithalat da %34,5 artmıştır.
2004 yılında ihracat artışı
%33,5, ithalat artışı ise %40,4 olup, ihracatın ithalatı karşılama oranı (ihracat / ithalat) %64,8’e gerilemiştir. Dış Ticaret (DT) açığı da -34,3 milyar
$’dır. 2004’de Türkiye’nin mal
ihracatı dışında elde ettiği döviz geliri 29,1 milyar $ olup, bunun 25,1 milyar $’ı hizmet gelirlerindendir
(hizmet giderleri de -11,2 milyar $’dır). Bu miktarın 4 milyar $’ı bavul
ticaretinden olup, başlıca hizmet gelirleri ise, milyar $ olarak,
turizm 15,9, taşımacılık 3,2, finansal, ticari, resmi ve diğer
hizmetler 4,4, inşaat hizmetleri 0,7 ve işçi dövizleri de 0,8 milyar $’dır. Ocak-Nisan
2005 döneminde ise, ihracat artışı (%24,1) yıllardır ilk defa ithalat
artışını (%21,9) geçmiş olup, DT Açığı -12,1 milyar $, ihracatın
ithalatı karşılama oranı ise %65,6’dır.
Cari İşlemler Dengesi (CİD) açığı (Cari Açık = döviz
cinsinden mal ve
hizmet gelir ve giderlerinin
farkı olup, Türkiye’nin kendi mal ve hizmet gelirleri ile ulaştığı bir
dengedir) 2004’de -15,6 milyar $’a ulaşmıştır. 2004’de Cari Açık hedefinin
2’ye katlanmasının esas sebebi ise, TL’nin aşırı değerlenmesi sonucu
dayanıklı tüketim malları ithalatında patlamaya ilaveten, büyüme hızı hedefinin
%5 yerine %9,9 olarak gerçekleşmesi ve ithal girdisi yüksek olan ihracattaki
sıçramadır. Bu yüksek büyüme hızı, ithalat hedefinin 75 milyar $’dan
97,4 milyar $’a (fark 22,4 milyar $), ihracat hedefinin de 51,5 milyar $’dan
63,1 milyar $’a (fark 11,6 milyar $) çıkmasına yol açmıştır. Ocak-Nisan 2005
döneminde ithalatımızın %89’u yatırım ve üretimle ilgili ara malları ve
hammaddeler ile yatırım mallarından oluşmakta olduğu için, büyümedeki
artış ithalat artışına ve dolayısıyla Cari Açığın da sıçramasına sebep
olmuştur. 2005 yılı Cari Açık hedefi 11 milyar $’dan, Mayıs ayında 15,3
milyar $’a revize edildi ise de, bu açık sadece Ocak-Nisan 2004 döneminde, TL’nin
%20 dolayında aşırı değerlenmesinin de etkisi ile, 8,9 milyar $’a ulaşmıştır.
Döviz
sepeti (1$+1,5 €) bazında, TL’nin %20 dolayında aşırı değerlenmişliği
de, 2003’den 2004’e başta otomobil olmak üzere, tüketim
malları ithalatını %84,8 (7,5 milyar $’dan 13,9 milyar $’a) artırarak,
ithalatın ve dolayısıyla dış ticaret ve cari açıkların büyümesine önemli
etkiler yapmıştır. Tüketim malları içinde kara taşıtları ve parçaları 5,4
milyar $’dan 10,2 milyar $’a fırlayarak %90’lık bir artış göstermiştir.
Türkiye’nin ihraç ettiği kara taşıtları ve parçaları ise %57 artarak 5,3 milyar
$’dan 8,3 milyar $’a çıkmıştır.
Cari açığın bir kısmı
net DYS yatırımları gelirlerinden, önemli bir kısmı TL’nin aşırı
değerlenmesine yol açan, kısa vadeli yabancı sermaye (sıcak para) girişleri
ile, geri kalan kısmı da Ödemeler Dengesinin Net Hata ve Noksan
kaleminden finanse edilmektedir. Cari açık kapatılamamışsa bunun bir
kısmı MB’deki döviz rezervlerinden, geriye kalanı da kısa veya orta
vadeli dış borçlanma ile finanse edilmek zorundadır. Nitekim,
2004’de yabancıların Türkiye’deki portföy yatırımları (sıcak para) 8,1 milyar $
ve Net-Hata ve Noksan Kalemi de 3,1 milyar $’dır.
CİD açığı / GSMH oranı
%5,1’e çıkmış (bu oran 2001 krizinin temel sebebi) olmasına rağmen, bankacılık
kesimi BDDK tarafından sıkı bir şekilde denetlendiği için, bankaların açık
pozisyonlarının düşük düzeyde seyretmesi, ilaveten 2002’den 2004’e MB döviz
rezervlerinin 26,7 milyar $’dan 36 milyar $’a çıkması, 2004 sonunda
Bankalardaki döviz rezervlerinin 21,1 milyar $ seviyesinde ve döviz mevduat
hesaplarının da 70 milyar $ civarında seyretmesinden dolayı, 2005 yılında da bir döviz krizi beklenmemektedir.
ü Doğrudan Yabancı Sermaye (DYS) Yatırımları: DYS
yatırımlarında 2002’de 1 milyar 32
milyon $’lık giriş, 55 milyon $’lık çıkışla net DYS girişi 977 milyon $ iken, 2003
yılında 0,7 milyar $ giriş ve -0,5 milyar $ çıkış olduğu için net DYS girişi sadece 0,2 milyar $’dır.
Dünyada 2002’de DYS yatırımı stoku 7.1 trilyon $’dır. Türkiye’nin payı ise
sadece %0.3 (binde 3) ile 18.6 milyar $’dır.
Yabancıların
Gayrimenkul Alımları: 12
Temmuz 2003’de Tapu Yasası’nda yapılan değişiklikten bu yana yabancıların Türkiye’de gayrimenkul (taşınmaz=
ev, arsa ve arazi) satın almaları artmıştır. Bu satışlardan elde edilen dövizler
Merkez Bankası (M.B) tarafından ödemeler dengesinin Net-Hata ve Noksan Kaleminde gösterilirken, Temmuz 2004’den itibaren
DYS kalemleri içerisinde yer almaya başlamıştır.
2004 yılında ise DYS kalemi 2,6 milyar $’a
fırlamış olmasına rağmen, bu miktarın 1,2 milyar $’ı DYS yatırımı girişinden
1,4 milyar $’ı da yabancıların gayrimenkul
alımından (19 Temmuz 2003’den bu yana 8 bin dolayında gayrimenkul satın
alınmış) kaynaklanmıştır. 2004’de Türkiye’den çıkan DYS yatırımı
tutarı da 0,9 milyar $ olduğuna göre, geçen yıl Türkiye’ye giren net DYS girişi (gayrimenkul satışı gelirleri hariç),
sadece 0,3 milyar $ (1,2–0,9) seviyesindedir. Ocak-Nisan 2005’de 0,7 milyar $’lık Doğrudan Yabancı
Sermaye (DYS) yatırımı girişinin 0,4 milyar $’ı gayrimenkul satışındandır.
Türkiye’den çıkan DYS ise, 0,3 milyar $
olup, gayrimenkul satışından elde edilen gelirler hariç, net DYS girişi sıfıra yakındır.
ü 2004 Yılı itibariyle Türkiye’nin
dünya ekonomisindeki yeri ise; toplam üretimde (GSMH’de 18.ci, nüfus itibariyle
15.ncidir. Dünya dış ticaretinde Türkiye’nin payı ihracatta %0.9 (binde dokuz),
ithalatta ise %1.3’tür.
ü
2004 Devlet Bütçesi Gerçekleşmeleri: 2004’de Bütçe Harcamaları 140,1 katrilyon (ktr) TL, Gelirleri 109,9 ktr TL
olup, Bütçe Açığı da –30,3 ktr TL’ye= 21,2 milyar $ (SGK açıkları
-19,3 ktr TL=13,5 milyar $’a)
ulaşmış, Toplam Faiz Harcamaları ise
56,5 ktr.TL (39,5 milyar $) olup, bu durumda;
- Toplam
gelirlerin (109,9 ktr) %51,4’ü
ve vergi gelirlerinin (90,1
ktr) %62,7’si faiz ödemelerine (56,5 ktr. TL) harcanmıştır (2003’de bu oranlar sırası ile %58,6 ve %69,5 idi).
- Toplam harcamaların da halâ %40,3’ü faiz
ödemelerine gitmektedir.
- Toplam
faiz ödemelerinin (56,5 ktr) %89’u
(50,3 ktr) İç Borç (157 milyar $) faiz ödemelerine, sadece %11’i de (5,1 ktr) Dış
Borç (153,2 milyar $) faiz
ödemelerine gitmiştir.
Ocak-Mayıs 2005 Bütçe Gerçekleşmeleri: Katrilyon TL olarak, harcamalar 54,9, gelirler 51,1 (vergi gelirleri 40,6), bütçe açığı -3,8’dir. Harcamalar içinde faiz ödemeleri 20.4 (iç borç faizi 17,5, dış borç faizi 2,9), SGK açıkları toplamı da 9,7 katrilyon
TL’dir (emekli sandığı 3,8, SSK 3,1 , Bağkur 2,6 ve işsizlik sigortası fonu
0,2).
Yukarıdaki oranlar,
bütçe performansında nispi bir başarıya rağmen, ekonomik ve mali dengelerin halâ bıçak sırtında olduğunu göstermektedir. Onun için,
önümüzdeki yıllarda da kamuda mali
disipline ve sıkı para politikasına devam edilmesi gerekmektedir. Bütçede ve iç borçları çevirmede nispi bir iyileşmeye
rağmen, Türkiye’nin esas meselesi Dış Borç Stokundan çok,
İç Borç Stokudur. Nitekim; 2002’den
Şubat 2005’e İç Borç Stoku 100 milyar $’dan (150 ktr TL) 165 milyar $’a (231 ktr TL) çıktığı
halde, aynı dönemde Dış Borç Stoku 131
milyar $’dan sadece 162 milyar $’a çıkmıştır. Belirtmek gerekir ki, son dört
yıldır, Bütçe’de faiz dışı fazla hedefine ulaşılması için, mali disipline
uyulmamış olsaydı, özellikle iç borç
stoku daha hızlı artacaktı. Türkiye’de, Devlet Bütçesinin en büyük kara
deliği ise, 2004’de Bütçe Açığının %63,7’sini oluşturan SGK
açıklarıdır (Bütçeden SGK’lara
transfer edilen 19,3 katrilyon TL).
Kamu Kesiminde (Devlet, KİT’ler,
Belediyeler ve BİT’lerde) aşırı israfı
azaltacak, tasarruf ve verimliliği artıracak yapısal tedbirler ile, özelleştirme ve kayıt dışı ekonomi ile
mücadele konularında daha hızlı adımlar atılması gerekmektedir. Bu konularda
daha hızlı hamleler yapılmadığı sürece enflasyonla mücadelede ve büyümede elde
edilen başarılar kalıcı olamaz. Bütçe Açığı / GSMH oranı %11 seviyesinden %4’ün
altına indirilene kadar talepteki bir canlanma ve döviz fiyatları artışları
(ithalatın %86’sı üretim ve yatırım mallarından oluştuğu için iç fiyatlara
yansıtılacak) normal seviyelerine ulaştığında enflasyon hızındaki düşüşün devam etmesi
çok zor görülmektedir.
2004’ün (+)’ları: Yıllık enflasyon, 34 yıl sonra (1970’den bu yana) tek haneli rakama inmiş, yıllık bileşik faizin %20’ye inmesi, ihracat
ve büyüme hızında rekor artış, Bütçe performansında iyileşme, ilk 9 ayda özel
sektör yatırımlarında %55’lik bir artış, Kıbrıs ve Irak politikalarında
başlangıçta yanlış görünen kararların Türkiye’nin
lehine dönüşmesi ve nihayet AB’den
müzakere tarihi alınmasıdır.
2004’ün (-)’ları: Özelleştirmede, kayıt dışı ekonomi ile mücadelede,
SGK reform çalışmalarında yetersizlik, TL’nin daha da değerlenmesi
sonucu rekor düzeyde dış ticaret ve cari
denge açıkları ile tüketim malları ithalatında patlama, iç borç stoku ve işsizlik artışlarının sürmesidir. Hükümetten bu kronik sorunların
üzerine daha cesaretle gitmesini bekliyoruz.
Türkiye’de 5 yıldır uygulanan ve önümüzdeki 3 yılda
da devam edecek olan IMF destekli
istikrar programlarının uygulanacak olmasının da etkisiyle, para ve maliye
politikaları yerine oturmuştur. 5 yıllık istikrar programı ile, ekonomide
kötüye gidiş önlenmiş ve ekonomik canlanma bir ölçüde sağlanmıştır. Ancak 5
yıllık sıkı para ve maliye politikaları
uygulanmasına rağmen, devlet bütçesinde yatırımlara yeterince kaynak
aktarılamamakta, özellikle iç borç faiz yükü ve cari harcamalar bir türlü
azaltılamamakta, kamuda israf
önlenememekte ve iç borç stoku
artış hızı düşmesine rağmen, bu borcun azalış
eğilimine girmesi bir türlü gerçekleştirilememektedir. Bu sorunların hızla çözülebilmesi için tek çıkar yol, özelleştirme ve mikro iktisat politikalarının cesaretle
uygulanmasıdır.
Mikro
iktisat politikaları kapsamında; kamu kesimindeki (KİT’ler, Belediyeler
ve BİT’ler dahil) her kurum ve
kuruluştaki aşırı istihdamın ve israfın asgari düzeye indirilmesi ile, kamu kesimindeki verimlilik, kârlılık ve etkinliğin artırılmasına öncelik
verilmelidir. Ancak, bu tür köklü operasyonların yapılabilmesinin,
politik riskten dolayı, çok zor olduğu
bilinen bir gerçektir.
Yatırımlar ve Beklentiler: Türkiye enflasyonla mücadelede önemli bir mesafe almış ve büyüme hızı da 2002’den bu yana %5’in
üzerinde bir artış göstermiştir. Bu
olumlu gelişmelerin yatırım ve istihdam artışına katkısı, 3 yıl aradan
sonra, nihayet başlamıştır. Nitekim;
- 2003’den
2004’e toplam ithalatta yatırım
mallarının payının %16,3’den %18’e (%53’lük bir artışla 11,3 milyar
$’dan 17,4 milyar $’a) çıkması ve
- 2004
yılında özel sektör yatırımları %46’lık bir artışla 60.7 katrilyon TL.ye (42.7
milyar $’a) ulaştığı için, geçen yıl 644 bin kişilik bir istihdam artışı
sağlanmıştır.
2004
yılında büyüme hızı hedefinin yaklaşık iki katına çıkmasına etki eden başlıca
faktörler ise; buzdolabı
ve televizyon gibi dayanıklı tüketim
mallarının fiyatlarının yaklaşık yarıya düşmesi, döviz fiyatlarının
gerilemesi sonucu otomobil ithalatında
sıçrama ve kredi kullanma çılgınlığı
ile 2001 krizinden beri ertelenmiş
bir talep patlaması sağlamıştır.
2004’de özel tüketim harcamalarında %10.1’lik artışa ilaveten, özel sektör yatırımlarında %46’lık bir
artış, tarım sektöründeki %2’lik büyüme ve nihayet 1999’dan beri sürekli
küçülen inşaat sektöründe ilk defa %4.6’lık bir artış büyüme hızında büyük bir sıçramaya yol
açmıştır.
Ancak, 2004’ün 2.
çeyreğinden son çeyreğine özel tüketim harcamaları talebi artışının %18.4’den %3.6’ya, inşaat sektöründe %6.5’den %-0.5 gerilemeye ve dayanıklı tüketim malları talebinin %48’den %-5.7’ye, son çeyrekte sanayideki üretim artışının
%4’e gerilemesi 2005 yılında %5’lik
büyüme hızı hedefinin gerçekleştirilmesinin zor olacağını ortaya koymaktadır. Nitekim, ihracata dönük,
girdilerini ucuz dövizlerle yurtdışından ithal eden büyük şirketler haricindeki
KOBİ’lerin ve esnafın “Ramazan
Bayramı’ndan beri piyasa çok durgun, yaprak kıpırdamıyor” şeklindeki
serzenişleri bu durumu açıklamaktadır.
Belirtmek gerekir ki, son
10 yıldır Türkiye’de ticaret kesimi büyük bir yapısal değişim
geçirmektedir. Giderek artmakta olan
yerli ve yabancı süpermarket ve
hipermarketler gıdadan-giyime ve hatta beyaz eşyaya kadar ucuz ve kaliteli
mallar satabildikleri için, başta bakkallar ve gıda toptancıları olmak üzere küçük esnafa büyük bir darbe vurmaya devam
etmektedir. Tabii bu durumun
eksilerini ve artılarını da düşünmek gerekmektedir.
2002-2004 döneminde ortalama
büyüme hızı %7.9’luk bir artış göstermiş ise de, Türkiye’nin esas
meselesi istikrarlı bir büyümedir. Nitekim 1993-2004 döneminde, 3
ekonomik kriz geçiren Türkiye’de, ortalama büyüme hızı ise sadece %3’dür.
iktisadi büyümenin sürdürülebilmesi için piyasanın tekrar
canlandırılmasına ihtiyaç vardır. İlaveten, istihdam artışının devamı ve işsizliğin azaltılabilmesi
için tek çıkar yol ise, inşaat sektörünün
canlandırılmasından geçmektedir. Çünkü bu sektör, en az 150 dolayında
alt sektörü harekete geçirerek, özellikle yarı vasıflı ve vasıfsız
işçilerin istihdam artışına en büyük katkıyı sağlamaktadır.
AB’den müzakere tarihi alınmasının olumlu etkileri
ile, özel sektör yatırımlarında devam edecek olan artışa ilaveten, Türkiye’ye
tam üyelik tarihi verilmediği için DYS yatırımlarında bir sıçrama olmayacak
olsa bile, azda olsa artması beklenen DYS yatırımları ile, son yıllarda
artış eğilimine giren işsizliğin düşüş
eğilimine girmesi beklenmektedir. Ancak, bu müspet gelişmelere ulaşılmasında en büyük engel, döviz
sepeti (1$+1.5€) bazında bile TL’nin
%20 dolayında aşırı değerlenmiş olmasıdır. Çünkü, bunun maliyeti, tarım ve sanayi sektörlerindeki yerli üreticilerimiz ve ihracatçılarımız
aleyhine, yabancılar lehine iç ve dış piyasalarda %20 dolayında haksız rekabet
avantajı sağlanması ile, üreticilerin yerli girdiler yerine yabancı girdiler kullanmasına,
tüketicilerin de yerli mallar yerine
yabancı mallar (yabancı tereyağı, yabancı TV) satın almalarına yol açmasıdır.
Ekonomi ilmi alternatif
maliyet üstüne kurulmuştur. Ucuz döviz
politikasının avantajları ise, sıcak
para girişleri (2003’den 2004’e portföy yatırımları 2,6 milyar $’dan 8,1 milyar $’a çıkması) ile, belli bir süre, döviz dar boğazını
aşarak, Cari Açığın büyük bir bölümünü
kolayca finanse etmek, ayrıca hiçbir yapısal
reform yapılmadan, istikrar programının da desteği ile enflasyonu baskı altında tutmaktır. Ancak, bu durum daha ne kadar
sürecek? “Ekonomi biliminin kanunları
vardır ve er geç hükmünü icra eder”. Bizden hatırlatması...
Çin Tehdidi: 10 yıl
önce, Dünya Ticaret Örgütü’nde (DTÖ) alınan kararlar sonucu, 2005 yılı başından itibaren dünya
ticaretinde tekstil ve konfeksiyonda kotalar kalktı. 2005 yılı başından
itibaren, Çin ürünlerine de AB pazarında
kota uygulanmayacaktır. Üstelik Çin
parası Yuan $’a bağlı olduğu için eksik değerlenmiştir. TL ise aşırı
değerlidir. Bu durumda, hem iç
piyasada ve hem de dış piyasalarda
Çin tekstil ve konfeksiyon ürünleri ile nasıl rekabet edeceğiz? DTÖ
tahminine göre kotaların kalkmasıyla AB
pazarında Türkiye’nin payı tekstilde %13’den %12’ye, hazır giyimde %9’dan %6’ya
inecek, Çin’in payı ise, tekstilde
%10’dan %12’ye, konfeksiyonda da
%18’den %29’a çıkacaktır.
23 Mart 2004
günü DTM müsteşarı 42 çeşit tekstil
ürününde kota uygulamak için Çinli yetkilileri masaya davet etti.
Toplantılar Ocak 2005 sonunda başlayacaktır. DTÖ normlarına göre, herhangi bir sektörde piyasayı bozucu
faktörler (kriz tehlikesi) başgösterirse, geçici bir süre, kademeli olarak
azaltılmak şartıyla, 8 aydan 3 yıla
kadar kota uygulamasına gidilebilir. Tabii
bu geçici bir tedbirdir. Oysa, bu
sektör bizim için çok önemlidir. Çünkü, bavul ticareti dahil bu ürünler 2004 ihracatımızın %36’sı (22 milyar $)
ve istihdamın bel kemiğidir. Fakat, Türkiye’de toplam maliyet içinde enerji
maliyetlerinin oranı tekstilde %15, boyahanelerde ise %20, finansman maliyetleri de yüksek olduğu
halde, Çin’de bu maliyetler çok
düşük düzeydedir. Çin’le rekabet
edebilmek için, kısa dönemde,
Türkiye’de %41 dolayında olan istihdamdaki mali yükün (sigorta primleri ve
vergi kesintilerinin) yarıya
indirilmesi, orta vadede, enerji
maliyetlerinin düşürülmesi için de biran önce nükleer santrallerin inşasına hız verilmelidir. Fransa’da bile
toplam elektrik üretiminin %74’ü nükleer
santrallerden elde edilmektedir.
GB’NİN ZARARI VE AB İLE MÜZAKERELER
GB’nin
Zararı 100 milyar Dolar mı?
Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile Türkiye
arasında 12 Eylül 1963’te imzalanan Ankara Anlaşması 1 Aralık 1964’te yürürlüğe
girdiğinde Türkiye AET’ye ortak üye
oldu. Nihai hedef tam üyelik olmakla
birlikte, önce kademeli olarak Gümrük Birliği (GB) kurulacaktı.
23 Kasım 1970’de imzalanan ve
1 Ocak 1973’te yürürlüğe girmiş olan Katma Protokol ile, 1972 başından
itibaren Türk Sanayi Ürünleri (1968’den itibaren adı AET’den Avrupa
Topluluğu’na (AT’a) dönüşen) AT’a gümrüksüz girmeye başladı.
Alınan bu tavizin karşılığında Türkiye’de 1973’ten itibaren AT ülkelerinin
sanayi ürünlerinden aldığı Gümrük Vergilerini (GV) 22 yılda sıfırlamayı taahhüt
etmişti.
1963 Ankara Anlaşması ve Katma
Protokol iki tarafın parlamentolarında da onaylandığı için Türkiye’nin Avrupa
Birliği (AB) ile GB’ye girmesi bir devlet taahhüdü idi. Maalesef biz 40 yılı aşkın bir süredir GB’yi
iç politika malzemesi yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz.
Son yıllarda AB ile ilişkiler
tartışılırken GB’nin zararı da sık sık
gündeme getirildi. Fakat hiç kimse AB’nin 33 yıllık GB kaybından ve Türk Sanayi
Ürünleri’nin AB’ye GB’den önce 23 yıl GV’siz girmesinin Türkiye’nin
sanayileşmesine ne kadar müspet etki ettiğinden hiç bahsetmedi. GB’nin
zararı, 4-5 yıl önce 45-50 milyar $’dan başlanarak ve her yıl 10’ar
milyar $ zam yapılarak, geçen aylarda 80 milyar $’a kadar çıkarıldı.
Hesaplama ise şöyle yapıldı: GB’den
bu yana Türkiye AB ile dış ticaretinde (X milyar $) Dış Ticaret (DT) açığı
vermiş, ilaveten 15-20 milyar $’da GV kaybı=GB’nin zararı!
Bu yanlış hesaplama ile devam
edersek, 1996-2004 döneminde AB ile toplam DT açığımız 80 milyar dolara, 20 milyar $’lık GV kayıplarını da
eklersek GB’nin zararı 100 milyar $’a çıkmış mı oldu?! Hayır. Bu
hesaplama bilimsel olarak tamamen yanlış bir değerlendirmedir. Maalesef bu
mesnetsiz (dayanaksız) hesaplama herkes ve her kesim tarafından doğru kabul
edilerek kamuoyunun yanıltılmasına devam edilmektedir.
Oysa, 1996-2004 döneminde
toplam ithalatımız 493 milyar $, ihracatımız 308 milyar $ olup, toplam DT
açığımız 185 milyar $’dır. Bu açığın yaklaşık, sadece
80 milyar $’ı (%43.2’si) AB ülkeleriyle, geriye kalan 105 milyar
$’ı (%56.8’i) AB dışı ülkelerledir (Bkz Tablo-2). Burada şu soruyu
sormalıyız: AB ile DT açığına ve
artışına GB yol açmış ise, AB dışı ülkelerle olan DT açığının sebepleri
nelerdir ve bu açığı nasıl izah edeceğiz? Cevabını maalesef kimse veremiyor.
Son 9 yıllık GB döneminde ithalatın
yaklaşık %89’u hammadde, ara malı ve yatırım mallarından oluşmuştur. Türkiye’de
ithalat artışı ve DT açığının artması tamamiyle GSMH büyüme hızı
artışına ve dolayısıyla ithal girdisi yüksek olan ihracat artışına
bağlıdır. Nitekim, Tablo-2’de görüldüğü gibi, 2001 yılında Büyüme hızı
%-9.5 gerilemiş, 2000’den 2001’e;
-
İthalat 54.5 milyardan 41.4 milyar $’a inmiş,
-
DT açığı 26.7’den 10.1 milyar $’a gerilemiş,
-
AB ile DT açığı da 12.3’ten 2.2 milyar $’a inmiş,
-
Mal
ve hizmet gelir giderlerimizin farkı olan Cari İşlemler Dengesi (CİD) açığı
da –9.8 milyar $’dan +3.4 milyar $’lık (13.2 milyar $ fark) bir artıya
dönüşmüştür (Bkz Tablo-2).
TABLO-2. TÜRKİYE’NİN
TOPLAM VE AB İLE DIŞ TİCARETİ (Milyar $)
|
1993 |
1995 |
1996 |
2000 |
2001 |
2002 |
2003 |
2004 |
GSMH (Milyar $) |
182.0 |
171.2 |
183.8 |
201.9 |
144.0 |
181.7 |
239.0 |
299.5 |
GSMH (%) |
6.8 |
8.0 |
7.1 |
6.1 |
-9.5 |
7.8 |
5.9 |
9.9 |
İthalat |
29.4 |
35.7 |
43.6 |
54.5 |
41.4 |
51.6 |
69.3 |
97.4 |
İhracat |
15.4 |
21.6 |
23.2 |
27.8 |
31.3 |
36.1 |
47.3 |
63.1 |
DT (1) Açığı |
-14.0 |
-14.1 |
-20.4 |
-26.7 |
-10.1 |
-15.5 |
-22.0 |
-34.3 |
CİD (2) Açığı |
-6.4 |
-2.3 |
-2.4 |
-9.8 |
+3.4 |
-1.5 |
-6.9 |
-15.6 |
1996-2004 Toplam Dış Ticaret (DT)
Açığı 185 Milyar $ |
||||||||
AVRUPA BİRLİĞİ (AB) İLE DIŞ TİCARETİMİZ
|
||||||||
İthalat (M) |
13.9 |
16.9 |
23.1 |
26.6 |
18.3 |
23.3 |
31.7 |
45.4(*) |
İhracat (X) |
7.6 |
11.0 |
11.5 |
14.3 |
16.1 |
18.5 |
24.5 |
34.3(*) |
DT Açığı |
-6.3 |
-5.9 |
-11.6 |
-12.3 |
-2.2 |
-4.8 |
-7.2 |
-11.1(*) |
1996-2004 AB ile Toplam DT Açığı
80 Milyar $, AB Dışı Ülkelerle 105 Milyar $ |
||||||||
M’de AB Payı (%) |
47 |
47 |
53 |
49 |
44 |
45 |
46 |
46.7(*) |
X’da AB Payı (%) |
49 |
51 |
50 |
52 |
51 |
51 |
52 |
54.7(*) |
(1) DT = Dış Ticaret; (2) CİD =
Cari İşlemler Dengesi; (*) 25 üyeli Avrupa Birliği |
Kaynak: DPT, Türkiye’nin üyeliğinin AB’ye
Muhtemel Etkileri, Kasım 2004, s.26; DİE,
Haber Bülteni, Şubat 2005.
İlaveten, GB öncesi 1995’den 2004’e;
-
GSMH 171 milyar $’dan 299.5 milyar
$’a,
-
İthalat 35.7 milyardan 97.4 milyar
$’a (2.7 kat),
-
İhracat ise 21.6 milyardan 63.1
milyar $’a (2.9
kat),
-
AB’den ithalat 16.9 milyardan 45.4 milyar $’a (2.7 kat artış),
-
AB’ye ihracat ise, 11 milyardan
34.3 milyar $’a (3.1 kat artış) yükselmiş,
-
Türkiye’nin ithalatında AB’nin payı %47’den %43.5’e gerilemiş (25 üyeli
AB’nin payı %46.7),
-
İhracatımızda AB’nin payı ise, %51’den %51.7’ye (25 üyeli
AB’nin payı %54.7’ye) çıkmıştır.
Bazı eleştirmenler ise, “GB
öncesi ve sonrası 9 yılda DT açığı yaklaşık ikiye katlanmıştır”
iddiasında bulunmaktadır. Doğrudur. Fakat, bunun asıl sebebi, 1993’ten
2004’e, ithal girdisi oranı yüksek olan ihracatın 4.5’e katlanması (AB’ye
ihracatın 7.6 milyar $’dan 34.4 milyar $’a çıkmış) ve GSMH’nin de % 65’lik bir
artış göstermesidir.
Bölgelere Göre DT Açığı:
2004 yılında; ihracat ve ithalatımızda, sırasıyla 25 üyeli AB’nin payı %54,7 ve %46,7’dir.
34,3 milyar $’lık toplam Dış Ticaret Açığının (DTA=İthalat-İhracat) sadece
%32,3’ü (45,4-34,3=11,1 milyar $’ı) AB ülkeleriyle, %25’i (15,3-6,7=8,6 milyar
$’ı) KEİ Ülkeleriyle, %37,2’si (15,9-3,1=12,8 milyar $’ı) başta Uzak Doğu
ülkeleri olmak üzere, Orta Doğu dışındaki, “Diğer Asya Ülkeleri” iledir. Demek ki,
Dış Ticaret Açığının tek sebebi AB ile yapılmış olan Gümrük Birliği (GB)
değildir. 2004’de Türkiye’nin toplam
dış ticaretinde, ihracatın ithalatı karşılama oranı (ihracat / ithalat) %64,6 iken, bu oran AB ile dış
ticaretimizde %75, KEİ ülkeleri ile %43, Uzakdoğu
ülkeleri ile %19’dur. Üstelik, Uzakdoğu
ülkelerinden ithal edilen
malların %90’ı dayanıklı tüketim
mallarından oluşurken, AB’den
yapılan ithalatın ise %90’ı yatırım ve üretim mallarından oluşmaktadır.
Ülkelere
Göre DT Açığı ve Fazlası: 2004 yılında Türkiye’nin en çok DT açığı verdiği ülkeler, milyar $ olarak
(parantez içinde sırasıyla ithalat - ihracat); Rusya -7,1 (9,0 – 1,9), Almanya -3,8 (12,5 – 8,7), Çin -4,1 (4,5 – 0,4), İsviçre -3,0 (3,4 – 0,4), Fransa -2,5 (6,2 – 3,7), Japonya -2,5 (2,7 – 0,2), Güney Kore -2,5 (2,6 – 0,1), İtalya -2,3 (6,9 – 4,6), Ukrayna -1,9 (2,5 – 0,6), İran -1,2 (2,0 – 0,8), Tayvan -1,1 (1,2 – 0,1) milyar $ ve İspanya -0,6 (3,3 – 2,6) milyar $’dır.
Türkiye’nin DT fazlası
verdiği ülkeler ise, milyar $ olarak (parantez içinde sırasıyla ihracat -
ithalat); İngiltere 1,2 (5,5 – 4,3), ABD 0,1 (4,8 – 4,7), Hollanda 0,2 (2,1 – 1,9), Irak 1,3 (1,8 – 0,5), İsrail 0,8 (1,3 – 0,7) ve BAE
1,0 (1,1 – 0,1) milyar $’dır.
Türkiye’nin esas meselesi, sadece Rusya ile 7,1 milyar $’lık; Çin,
Japonya, Güney Kore ve Tayvan ile de 10,2 milyar $’lık Dış Ticaret Açığı
vermesidir. Rusya ile cari açığın bir kısmı turizm gelirleri, bavul ticareti ve
müteahhitlik hizmetleri gelirleri ile bir ölçüde azaltılmaktadır.
GB sonucu “15-20 milyar $’lık Gümrük Vergisi kaybının zarar hanesine
yazılması” ise çok abartılı ve abesle iştigaldir. Çünkü, 1995’te AB
ülkelerine karşı koruma oranı sadece %5.47 olup, bu oran 1996’da %1.34’e
inmiştir (DPT,
Kasım 2004, sayfa 23). Ayrıca son 9 yıllık dönemde ithalatın yaklaşık %90’ı
yatırım ve üretim ile ilgili olduğuna göre, eğer Türk iş alemi kendi devletine bu kadar vergi vermemiş ise, bunun olumlu
etkilerinden de söz etmek gerekir. Verilmeyen gümrük vergisi sayesinde Türk
işvereninin maliyetleri düşmüş ve neticede dış rekabet gücü artmış, iç
piyasada ise daha düşük fiyatlarla mal alma imkanına kavuşan tüketicilerimizin
refah düzeyi artmıştır.
Diğer iddia da “GB ile AB’nin
OGT’sine girildiği için DT açığı artmıştır”. Bilinmesi gereken gerçekler
ise; a) GB öncesi 1993’te bile, yıllık ihracatımız sadece 15.4
milyar $ iken, Türkiye’nin DT açığı 14 milyar $ değil miydi? b) Türkiye’nin
Ödemeler Dengesi yapısı sürekli olarak DT açığı vermek zorundadır. Çünkü Türkiye ihracat gelirlerine
ilaveten son yıllarda (8-9 yıldır)
bavul ticareti ve başta turizm gelirleri olmak üzere hizmet gelirlerinden her
yıl 25-30 milyar dolarlık (hizmet giderleri de 8-13 milyar $) bir döviz
geliri elde etmektedir. Önemli olan, bu dövizleri de yatırım, üretim ve ihracat
artışına dönüştürebilmektir. Bunun yolu da ithalat artışı ve DT açıklarından
geçmektedir.
Dinamik Etkiler: GB’nin
rakamsal olarak ölçülemeyen dinamik etkileri de çok önemlidir. Türkiye’nin AB
ile GB’ye girmesi yerli üreticileri geri dönülmez bir şekilde uluslararası
rekabete açmış, böylece eksik rekabetçi ve korumacı lobilerin güçlerinin
azalmasına önemli katkılarda bulunmuştur. Neticede, düşük verimle,
pahalı mal üreten firmalarımız, reorganizasyona zorlanarak kaliteli ve ucuz mal
üretmeye, üretimi artırmaya ve ihracata zorlanmışlardır. Türk tekstil ve hazır
giyim, otomotiv ve elektronik sanayileri bunun en güzel örneklerindendir.
Nitekim, “GB ile Türk sanayi batar” iddiasında bulunanlara cevabım yine rakamlarla olacaktır. Ocak
2005 İhracatçı Birlikleri kayıtlarına göre, 1995’den 2004’e, İhracat artışları, milyar $ olarak;
- Tekstil ve hazır giyim 8.2’den,
Bavul Ticareti dahil, 21’e (2.6 kat artış),
- Taşıt araçları ve yedek parçaları 0.8’den 10.8’e
(13.5 kat),
- Demir ve demir dışı metaller 3’den
9.2’ye (3.1 kat),
- Elektronik cihazlar 0.9’dan 6.1
milyar $’a (6.8 kat) çıkmıştır.
GB sayesinde Türk tekstil ve
hazır giyim ürünlerine AB’de kotalar 1996’da kalktığı için, bu mallarda Türkiye
AB pazarında Çin’in ardından, 4.lükten 2.liğe yükselmiş idi. 2004’de
Türkiye’nin toplam tekstil ve hazır giyim ihracatı 17,7 milyar $ olup, bu
ihracatın %73’ü AB ülkelerinedir. AB pazarında Türkiye’nin payı tekstilde %13,
hazır giyimde %9 iken, Çin’in payı sırasıyla %10 ve %18’dir.
1996’dan 2004’e, ihracat’ta başarılı olan sektörlerde üretim
artışları, milyon adet olarak;
- Televizyon 1.8’den 20.4’e (11.3 kat
artış),
- Buzdolabı 1.7’den 4.7’ye (2.8 kat
artış),
- Çamaşır makinesi
0.9’dan 4.1’e milyon adede (4.6 kat artış),
- Şişe ve cam üretimi de 0.5 milyon ton’dan 1.2 milyon ton’a (2.4 kat artış) ulaşmıştır.
Ürünlere ve Ülkelere Göre Sanayi
Malları İhracat Adedi
(Türkiye’de ilk defa)
1996’dan 2004
yılına ihracatımızda başlıca tüketim ve sanayi ürünleri miktarı, adet
olarak (parantez içinde milyon $);
- Televizyon 1.2 milyondan (217) 18,5
milyona (2,636),
- Buzdolabı 645 binden (103) 2,9
milyona (520),
- Çamaşır makinesi 49 binden (11) 2,2
milyona (390),
- Fırın 1,7 milyondan (81)
4,3 milyona (222),
- Otomobil 26 binden (200)
320 bine (3,928),
- Kamyon 1,2 binden (30) 183
bine (2,213),
- Otobüs-Minibüs 3,2 binden (258) 6,4
bine (556),
- Traktör 943’den (7,7) 10,4
bin (147) adede fırlamıştır.
2004
yılında toplam ihracatımızın %4,2’sini televizyon, %6,2’sini otomobil, %3,5’ini
kamyon, yaklaşık %2’sini de buzdolabı ve otobüs-minibüs oluşturmaktadır.
1996’dan 2004’e ithalatımızda ise, adet olarak;
- Otomobil 64 binden 325 bine,
- Televizyon 195 binden 2,2 milyona
çıkmış,
- Buzdolabı sayısı da 153 binden 54
bine,
- Çamaşır makinesi sayısı da 212
binden 206 bine inmiştir.
1996’dan 2004’e ülkeler bazında,
başlıca sanayi malları ihracatımız, adet olarak;
- Televizyon: İngiltere’ye
167 binden 3,5 milyona, Almanya’ya 428 binden 3,4 milyona, İtalya’ya 21,7
binden 3,1 milyona, İspanya’ya 42 binden 1,9 milyona, Fransa’ya 76 binden 1,6
milyona, Romanya’ya 14,8 binden 694 bine, Yunanistan’a 23 binden 398 bine,
İsveç’e 10 binden 366 bine, Rusya’ya 8,6 binden 338 bine, Avusturya’ya 36
binden 250 bine fırlamıştır.
- Buzdolabı: İngiltere’ye
153 binden 466 bine, Fransa’ya 149 binden 353 bine, Irak’a birkaç yüzden 284
bine, Almanya’ya 41,6 binden 259 bine, İtalya’ya 9,5 binden 147 bine, Cezayir’e
2 binden 118 bine, İsrail’e 21 binden 78 bine, İspanya’ya 11,5 binden 66 bine
sıçramıştır.
- Çamaşır Makinesi: Almanya’ya
16,8 binden 426 bine, İngiltere’ye 726’dan 208 bine, Fransa’ya 4 binden 199
bine, Rusya’ya 1,3 binden 190 bine, İspanya’ya 310’dan 185 bine,
Romanya’ya 5,2 binden 128 bine çıkmıştır.
Görüldüğü gibi, 2004 sonu itibarıyla
milyonlarca İngiliz, Fransız, Alman ve İtalyan vatandaşı evlerinde Türk malı
televizyon, buzdolabı ve çamaşır makinesi kullanmaktadır. Demek ki, Türk Sanayi
ürünleri AB’ye girmiş bile...
40 yıllık bir mazisi olan “Onlar
ortak biz pazar” sloganına gelince: 1995’den 2004’e AB’nin ihracatında Türkiye’nin
ithalatının payı %0.9’dan sadece %1.5’e çıkmıştır. AB ülkelerinin dış ticaretlerinin
yaklaşık %60’ını kendi aralarında yaptığı hesaba katılırsa, bu ülkelerin AB
dışı ihracatı içinde Türkiye’nin ithalatının payı da %3 dolayında
seyretmektedir. Demek ki, sadece dış ticaret açısından bakıldığında, AB
için Türkiye’nin önemi, bizim için (dış ticaret açısından) İran ve Irak’ın
önemi kadardır. Çünkü bizim ihracatımızda da
yukarıdaki ülkelerin payı sırasıyla %1.2 ve %3’dür. Türkiye-AB
İlişkileri, her iki taraf açısından da sadece ticari bir olay olmayıp, aynı
zamanda siyasi, hukuki, askeri, ekonomik, mali, teknolojik ve hatta kültürel
boyutları olan bir süreçtir. Türkiye için ise topyekün bir modernleşme
projesidir.
GB’nin Zararı: GB’ye girdiğimiz 1996
yılından bu yana medyamızda GB’den dolayı iflas ettiğini iddia eden hiçbir
firma sahibine rastlanmamıştır. Yıllardır firmalar açılıp-kapanmaktadır.
GB’den bu yana giderek artan iç ve dış rekabete ayak uyduramayıp kapanan
firmalar ise, sadece onları daha verimli çalıştırabilecek olan ehil
ellere geçmiştir.
AB ile Müzakereler ve Beklentiler
AB Komisyonu’nun, 6 Ekim
2004 İlerleme Raporu ile, Türkiye-AB arasında tam üyelik yolunda müzakerelerin başlaması konusunda yeşil
ışık yakması sonucu, 17 Aralık 2004 Kophenhag Zirvesinde müzakerelerin 5
Ekim 2005 tarihinde başlatılmasına karar verilmiştir. Ancak, gerek 2004 İlerleme
Raporu ve gerekse 17 Aralık Zirve Raporu, bundan önce hiçbir aday ülkeden
istenmeyen haksız taleplerle doludur. Bu tartışmalara geçmeden önce, ekonomik
açıdan müzakere sürecinin ne anlama geldiği üzerinde durmak daha uygun
olacaktır.
Türkiye’ye müzakere tarihi
Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni yerine getirdiği için verilmiştir. Tam üyelik için ise, yapılmış olan
siyasi reform yasalarının uygulamada da başarılı olmalarına ilaveten, Maastricht Kriterleri’ne yaklaşılması
da gerekmektedir. Bu durumda, Türkiye
bir anlamda AB tam üyelik hedefi
için bir çeşit 10 yıllık
bir istikrar programı (stand-by) uygulamasını kabul etmiş oldu. Çünkü Maastricht
Kriterleri;
-
Fiyat
İstikrarı: Her üye ülkenin
yıllık ortalama enflasyon hızı, en düşük
enflasyon oranına sahip 3 üye ülke ortalamasından %1,5’den fazla olmamalıdır (%1,5+%1,5=%3 dolayında bir yıllık
enflasyon gibi),
-
Kamu
Açığı: Üye ülkelerin bütçe açığı o ülke GSMH’sının (Bütçe / GSMH Oranı) %3’ünü aşmamalıdır (Türkiye’de bu oran
2003’den 2004’e, %11’den %8’e inecektir),
-
Kamu
Borçları: Üye ülkenin kamu borçlarını (kamu iç ve dış borç stokunun
toplamının) o ülke GSMH’sinin (Kamu
Borçları / GSMH Oranı) %60’ı geçmemelidir. (Türkiye’de bu oran 2004’de
%70’e inmiş ise de, esas sorun özellikle iç borç stokunun çok kısa vadeli
olmasıdır)
-
Faiz
Oranları: Uzun vadeli faiz oranları, en düşük enflasyona sahip 3 üye
ülkenin yıllık ortalama faiz oranını
%2’den fazla aşmamalıdır. (%6+%2=%8 gibi)
-
İstikrarlı
Döviz Kur’u: Euro’ya geçmeyen üye
ülke paraları devalüasyon olmaksızın
Avrupa Para Sisteminin döviz kurları mekanizmasında öngörülen normal dalgalanma
marjlarına (kur ayarlamalarına)
uymalıdır.
Toplam Borç Stoku: Şubat 2005 itibarıyla Türkiye’nin
toplam borç stoku 327 milyar $ (iç borç 165 + dış borç 162) olup, kamunun toplam borç stoku ise, 239
milyar $’dır (sadece 32 milyar $’ı IMF, Dünya Bankası ve AYB gibi
uluslararası kuruluşlaradır). Çünkü, 162
milyar $’lık dış borç stokunun yaklaşık 74 milyar $’ı (%45’i) kamu kesimine, 88 milyar $’ı (%55’i) da, başta Merkez Bankası, Bankalar olmak üzere özel sektöre aittir. Kamu borç
stokunun sadece 20 milyar $’ı İMF’ye, 30 milyar $’ı da yurtdışında
satılmış olan tahvillerden oluşmaktadır.
Maastricht Kriterlerinde Kamu Borç Stoku/GSMH oranı %60
olmakla birlikte, Türkiye’de Kamu Borç Stoku (Brüt) / GSMH oranı; 2001’de
%126.9, 2002’de %105.6, 2003’de %91.5, 2004’de
ise %82.3’e indi. Kamu Borç Stoku
(Net) / GSMH oranı; 2001’de %91.0, 2002’de %78.7, 2003’de %70.5, 2004’de ise %63.5’e geriledi. 2000 yılına bu net oran %58 olmasına rağmen 2001 ekonomik krizi ortaya
çıkmıştı. “Net borç stoku” Türkiye’deki
döviz rezervlerin, bankaların dışarıya açtıkları ticari kredilerin, Eximbank’ın
açtığı dış krediler dahil, diğer ülkelerden alacaklarımızın toplam borçtan
düşülmesiyle elde edilir.
Türkiye’de İç Borç Stoku ortalama vade yapısının çok
kısa vadeli olmasından dolayı, Türkiye’nin uluslararası piyasalarda güvenini
sağlayabilmesi ve bu piyasalardan düşük faizli,
orta ve uzun vadeli krediler çekebilmesi için, (Brüt) oranın %60, (Net) oranın da %40 dolayına çekilmesi gerekmektedir. Mesela, Ocak
2005’de 228.8 katrilyon TL’lik İç Borç Stokunun %74.8’ini oluşturan Tahvil+Bono’dan oluşan Nakit borçların (137,3+33,8=171,1 katrilyon TL) ortalama vade yapısı 10,8 aydır. Bu vadeler tahvilde 12,5 ay, bonoda 4,2 aydır (DPT, Mali
Piyasalarda Gelişmeler, Şubat 2005, s.8).
AB’nin 11 Aralık 1999
günü Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye adaylık statüsü
tanındıktan sonra, 11 Nisan 2000 tarihinde toplanan, Türkiye-AB arasında en yüksek
karar organı olan, Türkiye-AB Ortaklık
Konseyi, Türkiye’nin adaylık sürecinde AB müktesebatına (mevzuatına) uyum çalışmaları için 8 adet alt komite kurmuş, bu komiteler 31 ana başlıktan 28’ini Haziran
2000’den itibaren ele almaya başlamış,
fakat AB ile müzakereler başlamadığı
için elde edilen başarılar çok sınırlı kalmıştır.
Önümüzdeki en az 10 yıllık
müzakere süresince Türkiye’yi en çok zorlayacak ana başlıklar (parantez
içinde ele alınması ve çıkartılması gereken AB’ye uyum mevzuatı sayısı) ortak tarım (191), balıkçılık (270) ve
taşımacılık (124) politikaları, sosyal politikalar ve istihdam (114), bölgesel politikalar (31), adalet ve iç işleri (159) ve çevre (174) dir. AB ile müzakere
edilmesi gereken diğer alanlar ise; malların ve hizmetlerin serbest dolaşımı
(579), gümrük birliği (118), şirketler hukuku (29), rekabet ve devlet yardımları (53), vergilendirme (140), istatistik (140), sanayi politikaları (14), bilim
ve araştırma (38), enerji (120),
dış ilişkiler (580), ortak dış ve güvenlik politikaları
(250), mali kontrol (33), ekonomik ve parasal birlik (56) dir.
17 Aralık AB 2004 Zirve kararı (metni) ile
bundan önceki adaylara uygulanmayan fakat Türkiye’ye reva görülen hususlar ise;
-
“Yapısal politikalar ve tarım konularında uzun süreli bir geçiş dönemi,
kişilerin serbest dolaşımında koruyucu tedbirlerin sürekli hale getirilmesi;
müzakerelerin sürecinin ucu açık ve sonucu önceden garanti edilemez” ifadesinin yer alması,
-
Türkiye’ye tam üyelik tarihi verilmemesi,
-
Kopenhag Kriterleri ile ilgisi olmayan Kıbrıs sorununun devreye sokulması,
-
Daha önceki adaylara yağan mali destekten hiç bahsedilmemesi,
-
Ortak tarım politikası ve bölgesel kalkınma konularında sürekli kısıtlama
getirilebileceği,
-
36 konudaki her müzakerenin açılış ve kapanışında da üye devletlerin, oy
birliği ile alınacak kararının gerekecek olması
şeklinde özetlenebilir. Bunun anlamı Güney Kıbrıs’a müzakere
süresince 72 kez veto
hakkı tanınacak olmasıdır.
Müzakereler süresince Türkiye’nin
dikkate alacağı çok detaylı diğer temel doküman ise AB Komisyonu’nun 2004
İlerleme Raporu’dur. Raporda
“Türk makamlarına göre, 1923 Lozan Anlaşması uyarınca Türkiye’deki azınlıklar
sadece gayrimüslim olan Museviler, Ermeniler ve Rumlardır. Ancak Türkiye’de gayrimüslim azınlıklar dışında
Kürtler dahil olmak üzere başka topluluklar da vardır... Aleviler hala Müslüman
bir azınlık olarak kabul edilmemektedir. Süryanilerin azınlık hakları... v.s.”
Sn. R. Denktaş’ın ifadesiyle “Türkiye 17 Aralık’ta kalleşliğe kurban
gitmiştir”. Yakın gelecekte AB ülkelerinin bir
kısmı yine Yunanistan veya Güney Kıbrıs’ın arkasına sığınarak Türkiye’nin AB
yürüyüşünü her an sabote edebileceklerdir. Son olarak, Mart ayında Fransız Parlamentosu bir kanun
çıkartarak, Türkiye tam üyelik aşamasına
geldiğinde, referanduma baş vuracaktır. Avusturyalı yetkililer de referanduma başvuracaklarını beyan
etmişlerdir. Yıllardır “AB bir Hıristiyan Kulübüdür” beyanatları veren Hıristiyan
Demokratlar ile muhafazakar ve ırkçı Fransız, Alman ve Avusturya liderleri
ve parti başkanlarının etkisiyle, birçok AB ülkesinde “Haçlı Zihniyeti” ve Türkiye’ye karşı çifte
standartları devam etmektedir. Çünkü bu referandum ilk defa Türkiye’ye
uygulanacaktır.
1096’da başlayıp 1270’de sona eren 8
büyük Haçlı Seferinin İlk 4’ünde Türkiye Selçuklu Devleti’ni aşamayan
Haçlılar’ın Türklere husumeti buradan kaynaklanmaktadır. Bu husumeti 10 asırdır hazmedemeyen Avrupalı Hıristiyan Demokratlar ile
muhafazakar ve ırkçı liderlerin hazımsızlığı 10 yıl içinde mi sona erecektir? Yetkililerimiz bu soruyu AB
yetkililerine açıkça sormalıdır.
Bu kanaatimi güçlendiren beyanatlar ise; Almanya Hıristiyan Demokrat
muhalefet lideri (Eski Doğu Alman vatandaşı ve bir papazın kızı) Angela Merkel “Türkiye’ye tam üyelik tarihi
verilmedi. Bizim için önemli olan müzakerelerin ucunun açık olması idi”.
Yunanistan Başbakanı: “Karardan memnunuz. Şimdi sıra Ekümenlik ve Ruhban
Okulunun açılmasına geldi”. Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı: “Türkiye Kıbrıs (Güney)
Cumhuriyetini tanımadığı sürece her an veto hakkımızı kullanabiliriz”.
Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü AB’ye girmekten daha
önemlidir. Kıbrıs konusunda ise Türkiye verebileceği
tavizleri zaten vermiştir. Onun için Türkiye
AB ile müzakereleri gidebildiği kadar sürdürme gayretinde bulunmalı, ancak
Kıbrıs, Ekümenlik ve yeni azınlıkları tanıma gibi bahanelerle müzakereleri
engelleme tehditleri ve dayatmaları uygulanmaya konduğu anda restini çekerek,
AB ile ilişkilerimizi GB’den çıkarıp Serbest Ticaret Anlaşması (STA) düzeyine
indirmelidir. Tabi resti çektiğimizde elimizin güçlü olabilmesi için, ABD ve Rusya ile STA anlaşmaları
yapabilmenin alt yapısı oluşturulmalı ve bu çalışmalara derhal başlanarak, AB müzakereleri ile
paralel olarak yürütülmelidir. Türkiye’nin
bu tutumu ve politikası belki de AB
ile müzakerelerde Türkiye’yi daha güçlü bir konuma bile getirebilir.
Belirtmek gerekir ki, ABD ve
Rusya ile STA çerçevesinde ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi
Türkiye-AB ticari ve ekonomik ilişkilerin bir alternatifi değil, sadece
tamamlayıcısı olacaktır. Çünkü, GB’den 9 yıl sonra ve GB’den 40 yıl önce de
Türkiye’nin dış ticaretinin en az yarısı bugünkü AB ülkeleri ile yapılıyordu.
Esas kazancımız ise AB ile Ortak Gümrük Tarifesine (OGT’ye) bağlı olmaktan
çıkıp, başta ABD, Rusya, Türk Cumhuriyetleri ve komşularımızla ikili ekonomik
ve ticari ilişkilerimizi geliştirdikçe Türkiye’nin daha bağımsız bir dış
politika gütme fırsatı ortaya çıkacak ve ülkemizin Bölgesinde ve
dünya siyasetindeki ağırlığı giderek artacaktır.
Özetlersek, her şeye
rağmen Türkiye’nin önü açıktır.
2004’de Türk ekonomisi yıllık 90 milyar
$’ı aşan bir döviz kazanma potansiyeline ulaşmıştır. Bu meblağın 63 milyar $’ı ihracattan, geriye kalan 29 milyar $’ı da başta hizmet gelirleri olmak üzere bavul ticaretinden kaynaklanmıştır. Türkiye 36 bin kişilik ihracatçı ordusuyla
140 dolayındaki ülkeye ihracat yapmakta olup, milyonlarca AB vatandaşı Türk
Malı televizyon, buzdolabı ve çamaşır makinesi kullanmaktadır. 2004 yılında
Türk özel sektörünün ürettiği 20,4 milyon adet Televizyonun %91’i (18,5
milyon TV), 4,7 milyon adet Buzdolabının
%62’si, 4,1 milyon adet Çamaşır
Makinesinin %54’ü ihraç edilmektedir. Kötümserliğe gerek yoktur. Yeter ki en
kısa zamanda ve özellikle;
-
Doğrudan Yabancı Sermaye (DYS) yatırımları çekmede
bürokratik engeller asgari düzeye indirilebilsin,
-
Özelleştirme biran önce tamamlanabilsin,
-
Kayıt dışı ekonomiyle mücadelede, Belediyeler ve
KİT’ler dahil, kamu kesimindeki verimlilik artışında önemli mesafeler
alınabilsin,
Bu hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için ise, Hükümetin daha cesur, daha kararlı (SEKA olayı maalesef bir fiyaskodur) ve daha aktif ekonomi politikaları uygulaması gerekmektedir.
******************************************
Not-1: Türkiye’de ve Türk Cumhuriyetlerinde ekonomik
sorunlar ve çözüm yolları, Türkiye-AB ekonomik ve mevzuat ilişkileri ile DYS
yatırımları konularında detaylı bilgi için bakınız, Prof. Dr. Emin
ÇARIKCI’nın 46 makale ve 400 sayfadan oluşan güncelleştirilmiş 2. Baskı Kitabı: TÜRK DÜNYASINDA EKONOMİK GELİŞMELER
VE TÜRKİYE – AB İLİŞKİLERİ. AKÇAĞ Yayınları, Mart 2004 (Tuna Cad. 8/1, Kızılay – Ankara (0312-4321798)).
Not-2: Bu makalede yer alan istatistiki veriler ve yorumlar, her 2 ayda bir, revize edilerek ve metin güncelleştirilerek Çankaya Üniversitesi’nin Web sayfasında yayınlanmaktadır. (http://www.cankaya.edu.tr Akademik Platform)